Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra (2)CİĞERİM YANA YANA

Beyni akıldan arındırırsanız,


 

      Beyni akıldan arındırırsanız,

insanı kendinden uzaklaştırır,

emir kulu yaparsınız.

                               Hasan KAYA

                Kötülükler gibi, iyilikler de unutulmuyor; kırk yıl geçmiş olsa bile aradan.

                Somutlaştıralım; bu sözümüzü şimdi:

                Sözgelişi 45 yıl önce, Karadeniz’in şirin bir kıyı kasabasında lise edebiyat öğretmenisiniz. Öğretmen eşiniz de aynı okulda…Oh be, ne güzel!.. Gir sınıfa, aç ders kitabını, ne yazıyorsa ezberlet. Düşünme ve öğrencilerini de düşündürtme sakın! Gazete, dergi, kitap falan da okuma ve okutma!

                Kompozisyon yazdıracaksan, “Sakla samanı gelir zamanı” ya da “İşleyen demir ışıldar; atasözünü açıklayın” gibi basit konular verin.

                Okuldan çıkar çıkmaz, evinize gidin. Öğretmenler derneğine ya da Köy Enstitülü solcu bir yazar olan Fakir Baykurt ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) lokaline falan uğramayın. Gitmek zorunda kalırsanız bile suya sabuna dokunan konuşmalar yapmayın. Ailesini düşünen, vatanını ve milletini özünden çok seven bir öğretmenseniz, böyle yaparsınız tabii!

                Sözüm meclisten dışarı, benim gibi iyiyi, kötüyü ayırt edemeyen, vatan ve millet sevgisi zayıf biriyseniz, “Halkımızın işi gücü var mı? Ne yiyip ne içiyor? Köylümüz ürettiğini değer fiyatına satabiliyor mu? Ağalar, aracı ve tefeciler emeğini sömürüyor mu yoksa?” gibi zararlı sorularla insanların beynini bulandırırsınız!

                Ülkemizi ve devletimizi benden ve sizden daha çok seven yöneticilerimiz, elbette göz yummayacaklardır buna. Düşüncemizi, varsayım olmaktan çıkarıp biraz daha somutlaştıralım şimdi:

                Yıl, 1978… Yer, Sinop’un Ayancık ilçesi. Ayancık Lisesi’nde bir edebiyat öğretmeni… Adı, Hasan Kaya… 1961 İstanbul – Çapa Eğitim Enstitüsü mezunu. Benim sınıf arkadaşım… Şöyle böyle değil, can arkadaşlarımdan biri… Ayancıklı güzel eşi Sevim Hanım da öyle…

                Hasan Kaya, Muğla’nın Datça ilçesinden, benim gibi bir emekçi ailenin oğlu… Halktan yana, köylüden yana, emekçiden, işçiden, çiftçiden yana değil de onları ezenlerden, horlayıp sömürenlerden yana olabilir mi?

                “Sen misin olmayan? Sen misin bu düzene karşı çıkan?” deyip öğretmenlikle ilgisini kesiverirler; 1976’da. (Aynı yıl, beni ve eşimi de İstanbul Millî Eğitim Müdür Yardımcılığından uzaklaştırmışlardı.)

                Ne yani, göz mü yumacaklardı; bu güzel düzene karşı olanların zararlı faaliyetlerine!

                Ancak, o yıllarda, genel başkanı Bülent Ecevit olan CHP aynen bugünlerde olduğu gibi, ana muhalefet partisi… Fırsat bu fırsat deyip çullanırlar; Hasan Kaya’nın başına:

                15 yıllık öğretmenliğini bir kalemde silivermiş; o dönemin genel başkanı Süleyman Demirel’in olduğu Adalet Partisi iktidarı. “Tanrı sizden razı olsun!” deyip yan gelip yatacak ya da “Kader böyle imiş, ne söylesem boş” diye şarkı söyleyip avunacak değildi ya benim arkadaşım.

                CHP’nin ısrarına daha fazla dayanamayıp Ayancık Belediye Başkanlığı’na aday olma önerisini kabul eder. 1977 yerel seçimleri sonunda, rakiplerine büyük fark atarak kazanır başkanlığı.

                Görevini şöyle anlatıyor; bu yeni başkan:

                “Bir belediye başkanı, hangi görüşte olursa olsun, başkanı olduğu kentin tüm yaşayanlarına tam bir tarafsızlık içinde olmalı. Hizmet dağıtımında kendi yandaşlarına öncelik tanımamalı. Hizmet götürürken, oy hesabı yapmamalı. Belediye, halkın ortak malıdır. Başkanın ya da bağlı olduğu partinin malı değildir. Öyle ise o kurum ve kurumun başkanı, her yurttaşa eşit uzaklıkta, eşit yakınlıkta olmalı.” (*)

                Söz olarak güzel de, uygulayabildi mi acaba düşüncesini? Zira muhalefette iken herkes böyle söyler de, koltuğa oturdu mu, sözlerini unutuverir. Ya da kendi başına, kendi keyfiye bırakmaz; partisi ve yandaşları:

                “Seni biz seçtik. Seni biz oturttuk o koltuğa. Bu partinin belediye başkanısın sen. Bize hizmet etmek zorundasın. Bal tutan parmağını yalar kardeşim. Biz olmasak oturamazdın; sen o koltukta. Sen kazanasın diye neden çalışıp ter döktük, o kadar? Belediye imkânlarından bol bol yararlanmak hakkımız değil mi, şimdi bizim?” diye sıkıştırırlar.

                Biliyorum, kolay değildir;  bu isteklere hayır demek. Ama yine de derim ki ben, kendine ve düşüncesinin doğruluğuna inanan bir başkan, çevresindekileri de yetiştirir. Onları da ikna eder; bu tür tarafsız bir uygulamanın yalnız halkın değil, partisinin de çıkarına olduğuna.

                Ve ben, adım kadar eminim; Hasan Kaya’nın söylediklerini aynen uyguladığına. Rakip partinin kodamanlarına olduğu kadar, kendi partisinin çıkarcılarına da pabuç bırakmadığına…

                Nerden mi biliyorum?

                1977’den 1980’e kadar üç yıl bildiği gibi, inandığı gibi halktan yana ama parti ayrımı yapmadan çalışır. Derken, 12 Eylül darbesi gelir çatar. Ve o sabah, özel ve çok güzel söyleşilerinde, “Atatürkçülük ve devrimciliğe” toz kondurmayan ilçe komutanınca tutuklanıverir. (Biliyorum, yasalarımıza göre tutuklamaya yalnız hâkim karar verir; polis ve asker gözaltına alır; diyeceksiniz de normal zamanlardadır o. Darbe olmuş kardeşim. Askerî ve faşist bir darbe hem de…)

                Komutan haklı! Böyle bir eski komünist öğretmen, böyle bir halkçı ve sosyalist belediye başkanı da tutuklanmayacaksa, ne diye yapıldı bu darbe?

                Aylarca hapiste kalır; benim can arkadaşım. Koğuş arkadaşları teker teker götürülüp işkenceden geçirilir. Çığlıkları yürek yakar.

                Ve bir gün Hasan Kaya’ya da gelir sıra. Gözleri bağlı olarak götürülür koğuştan. Sorguda da açılmaz hiç gözlerindeki bağ, işkencede de… Şu bu işkenceye dişlerini sıkıp dayanır da inatla, elektrik akımına bağlanınca, yitiriverir bilincini. Ayakta duramayıp yığılır kalır oracığa.

                Bu arada belediye dosyaları didik didik aranır, incelenir ama ne bir eksiklik bulunur, ne bir fazlalık… Mecbur kalıp “Hadi çık” deyip bırakırlar sonunda.

                Öğretmenliği gibi, belediye başkanlığı da uçup gider böylece. Ayancık’ta durmanın tadı da yoktur artık, anlamı da… Hamurunun yoğrulduğu Datça tütmeye başlar gözünde. Ve yıllardan sonra yine baba ocağı Datça

                Kırk yıl geçer aradan. Bağ, bahçe, ağaç, meyve işleriyle uğraşırken, Volkan Atılgan adlı bir genç çıkıp gelir; Ayancık’tan. “Siz belki unuttunuz ama Ayancıklılar sizi unutamadı hocam. Öğretmenliğinizi de anlatıp dururlar hâlâ, belediye başkanlığınızı da… Şu soruları yanıtlar mısınız lütfen” deyip bir dosya tutuşturur eline.

                “Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra Ayancık” adlı kitap bu girişim sonucu ortaya çıkar işte.

                İçim burkula burkula, ciğerim yana yana okudum; ama Hasan Kaya gibi bir arkadaşım olduğu için de bir kez daha kıvanç duydum.

                Kitabı okuduktan sonra, kendisini arayıp candan yürekten kutladım. Ve “Ne olur, burada yazılmayanları da yaz.” diye ısrarcı oldum. “Tamam, yazacağım Hüseyin” dedi sonunda.

                Söz verdi mi yapar; benim arkadaşım.

                Bilirim; sözünün eridir, bu tür insanlar.

               

                                                                                                                             Hüseyin Erkan

                                                                                                              huseyinerkan.antalya@gmail.com

---------------------------------------------------------------------------------------

(*) Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra Ayancık (Ayancık’ın Halkçı Belediye Başkanı Hasan Kaya 1977-1980) Hazırlayan: Volkan Atılgan, Pel Yayınları, İstanbul 2021.

YAZARLAR

  • Perşembe 24.1 ° / 11.6 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • BIST 100

    8806,72%-0,01
  • DOLAR

    32,25% 0,26
  • EURO

    35,08% 0,67
  • GRAM ALTIN

    2270,84% 0,79
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,51