Mehmet Doğan Karakuş - Muhabbet Yelleri


HAVA


            “Alamanya Alamanya

            Bencileyin köle bulaman ya!”

 

            Ablam küçük yaşına karşın iki çocuk doğurmuştu. Eniştem dağkolu köylerindendi. Anam onun için;

 

            “Dayımın teberiği! derdi de, başka bir şey demezdi. Dememesinin nedeni neydi bilemezdim ama altı kişi olan dayılarının beşi daha bıyığı bile terlememiş olan çocuk – delikanlı arası Yemen'in kızgın çöllerine gönderilmiş, bir daha dönmemiş. Geride seklem akıllı adam olan dayısı kalmış, onu abkere almamışlar, ondan da eniştem olacak adam töremiş, nereden, nasıl bulduysa huğ evimizin bir konuğu, hatta asıl üyesi olan eniştemin, eniştem olmadan çok evvelinden. Komşunun tahta kasalı gredosundan;

 

            “Kara çadır is mi tutar

            Beşli martin pas mı tutar

            Ağlayanım anam babam

            Elin kızı yas mı tutar”

 

            Türküsünü duyunca, başına yağlığını sıkı sıkı önden bağlar, elinin ayasını çenesinin altına dayar, başlar ığralanmaya. Her ığralandığında entarisinin ucuyla burnunun sümüğünü gürültülüce sümkürür, ellerini dizlerine dizlerine vurur;

 

            “Ah!” der;

            “Ah benim gadersizim! Emmilerin olacaktı ki?”

 

            Akıl baylığına ermişliğime ulaşınca Doksan üç Harbi diye bir şey okudum bir gazetenin bir sayfasında. Radyolar, tahta kasalı, koca koca pilli olmaktan çıkıp da transistörlü olmaya evrilince, her evin bir köşesinde radyo köşesi, radyo sehpası, hatta radyo yüklüğü bile oldu. Bolca şarkı, türkü dinlemek bir yana pehlivan heyk'aları, savaş anıları, parti başkanlarının nutuklarını dinler olduk.

 

            Eniştem, kasabanın ünlü köşkeri Cüce Emin efendinin önce çırağı, sonra kalfası, daha sonra da ustası oldu.

 

            Ablam, meme mesden büyüdü diye okuldan alındı, sarı sarı tenli, saçlı kızları olan, kasabalı hayatına ters bir yaşam sürdüren posta müdürünün evine hizmetçi verildi.

 

            Gredolar transistörlü olur da Alamanya'dan gelirse, Alamanya'ya işçi gitmek çekici olmaz mı? Olur. Olur, olur, bal olur, pekmez olur, baklava, kadayıf bile olur. Alamanya'ya gidenler, büyük büyük transistörlü gredoyu sesini aça aça yürüyen Alaman kumaşından urbasının, tüy kondurulmuş şapkasının, Alaman marka binek aracının görkemini halkın gözlerine soka soka, imrenik bakışlarını dike dike bakmasını, döşünü şişirerek karşılardı, Alamanya'dan izinli gelen Alamanya'da çöpçülük yapan işçilerimiz. Çalımından geçilmezdi, tüylü şapkalı gurbetçilerin.

 

            Böyle bir Alaman havasının yaşandığı yıllardan 1964 yılıydı. Komşumuz Ahmet emminin oğlu Metin İş ve İşçi Bulma Kurumu Dış İlişkiler İstihdam Daire Başkanlığındaydı. İzine geldiği gün dedi ki anama;

 

            “Şerife'yi Alamanya'ya göndereyim.”

 

            Anlattı bir bir. İmrendirdi. Ablam, hayma saçlıydı. O güne dek dört çocuk doğurmuştu. Daha da doğurması bekleniyordu. Eniştemin erkekliğinin kanıtıydı bu. Öyleydi öyle olmasına da;

 

            “Kuru soğan kara saban kel çarık

            Kemre elde kertme kertme kör yarık!” diyordu Mahzuni Şerif, taa o zamanlar.

 

            Yasaktı.

 

            Kulağım Mahzuni'de, gözüm ablamdaydı.

 

            “Alamanya'ya gedece'em!” dedi ablam.

 

            “Göndermem!” dedi eniştem, ekledi;

            “Benim izinim olmadan şurdan şuraya adım atamazsın!”

 

            Turaç da adım atamadı, yüce tengri izin vermeyince, rivayet odur ki.

 

            Güç, böyle bir şey.

 

            Böyle yaşanası olmasınlı günlerin sonunda, eniştemin ablamı sigaya çekip, ön dişlerinin kirli sarılığını göstere göstere;

 

            “Gredo mu istiyo'n? Ocak mı istiyo'n?” diye sora, tehdit ede konuşması, eve transistörlü radyo ile bütangazı girmesine neden oldu. Öyle ya! Eniştem, ünlü usta Cüce Emin'in kalfalığında yetişmiş ustaydı. Paralar kum. Say say bitmez!

 

            Bütün kasabalı avratların dilindeydi bütangazlı ocak.

 

            “Açıyo'n düğmeden!”

            “Şö'öle gıvratı gıvratıveriyo'n kele anam!”

            “Heee!”

            “Öyle de golay ki!”

            “Kirbiti de çakı çakıverdin mi...”

            “Ne is vaar, ne duman!”

            “Essah mı?!”

            “Essah!”

            “Odun, çalı çırpı koymuyo'n mu?”

            “Nereye?”

            “Ocağın üstüne!”

            “Yok!”

            “Kele anam neyinen yanıyor bu?”

            “Gazınan gız!”

            “Duman da yok, is de hemii!”

            “He!”

 

            Huğ evimiz murt çalısından örülü duvarı, çamur sıvaları yer yer dökülmüş, dikeçleri açıkta görünen evimiz bütangazlı ocağı, mahalle avratlarıyla beklerken, bir pikap geldi durdu. Bembeyaz, üstünde siyah, tencere, tava koymaya yarayan altlığıyla, yusyuvarlak tüp, hortumla birlikte bir adam içeri girip, iğreti bir tahtamsı yükselti yapıp kurdu. Ablamı çağırdı, ona aygıtın nasıl çalışacağını uygulamalı gösterdi.

 

            “Aboovvv!” diye bir çığlık attı ablam.

 

            “Gazınan yanıyor dediyiniz gıız! Havayınan yanıyor bu!”

 

            Ablam, mahalle avratlarına öyle bir çalımlıydı ki...

 

            Ona, gazın bir sıvı olmadığını kimse anlatamadı.

 

            “Havayınan yanıyor bu!” dedi durdu.

 

            Alamanya'ya gitmekten vazgeçti.

           

            Eniştem, yedi çocuk doğurmasına yardımcı oldu, ablamın.

 

            İkisi doğar doğmaz öldü.

 

            İkizdi.

 

 

           

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92