Yılmaz AYDOĞAN / BÖYLE GİTMEZ!


‘MİLLİ DEVLET’TEN ‘RANTİYE DEVLET’E (18)


SONUÇ OLARAK DENİLEBİLİR Kİ -2-

Anadolu’da, Saadettin Köpek ve benzeri Selçuklu devlet yöneticileri tarafından mevcut yapı bozularak oluşturulan soygun düzenine karşı, İslam’ın eşitlikçi ve dayanışmacı esaslarının uygulanması talebiyle:

  • 1200’lü yıllarda, Baba İlyas önderliğinde gerçekleşen Babai İsyanı,
  • 1400’lü yıllarda gerçekleşen Şeyh Bedrettin İsyanı,
  • 1500’lü yıllarda (1519-1658 arası) 140 yıl süren Celali İsyanları, yaşanmıştır.

İsyanların amamı dirlik, düzen, eşitlik arayan; yoksulluğa yol açan yağma ve soygun karşıtı halk hareketleridir. Bu isyanlar işsiz medreseliler, çiftbozan topraksız köylüler, ağır vergi altında ezilen halk ve ahiler, tımarları bozulan sipahi ve sekbanlar, kısacası baskıcı yönetimin soygunundan bıkan kitleler tarafından başlatılmış; yıllar yılı askeri güçle, kan akıtılarak ve yüz binlerce can alınarak bastırılmıştır. Özellikle Osmanlı döneminde devşirme Osmanlı Paşalarının yaptıkları tam bir kırım ve vahşettir.

Türk Milleti, M. Kemal Paşa önderliğinde 1919-1922 arasında, “Kapitülasyon ayrıcalıklarıyla yetinmeyip, bir de askeri işgale ve cebri soyguna yönelmiş emperyalist yağmayı” defetmek için, Milli Mücadeleyi başlattı ve başardı. Bu da bir haklı isyandı.

Son kırk yılda millet olarak, giderek artan şiddette, yeni bir yoksullaştırma dönemi yaşıyoruz.

2002 yılında emekli olan bir kamu görevlisi eline geçen emekli aylığı ile 24 çeyrek altın alabilirken, bugün aynı emekli eline geçen emekli aylığı ile ancak 4 çeyrek altın alabiliyorsa, yirmi yılda %80 oranında yoksullaşmış, demektir.

Daha beş yıl önce 450 $/ay seviyesinde olan asgari ücret alım gücünü, 250 $/ay seviyesinin de altına çeken ve tüm emekçi yığınlarını asgari ücrete mahkûm eden bu işbirlikçi, “çağdaş Saadettin K.” yönetimine karşı, yeniden bir “milli mücadeleye” ihtiyacımız vardır!

…………………………

Biliyorum, gerçek idealist insanlar Don Kişot olarak görülür ve bıyık altı bir tebessümle hafife alınırlar. Çünkü onlar gerçekten de, yel değirmenlerinden çok daha güçlü bir varlığa baş kaldırmak ve kavgalarını yürütmek zorundadırlar.

1950’lerden itibaren akan zaman içerisinde, Anadolu’da yoksulluk ve terörle toprağından kopartılarak sanayileşmenin büyüttüğü şehirlere iç göçle akıp gelenler, yavaş yavaş her şeylerinden koptular. En önemlisi de Batı emperyalizminin psikolojik saldırıları altında “zorluklara karşı direnme” güçlerini, gelecekten ümitlerini, öz güvenlerini kaybettiler. Her gün biraz daha bencil, biraz daha korkak hale geldiler. Şehirler büyüyüp makine gürültüleri arttıkça “insandan insana açılan kapılar” kapandı. Yalnız insanın, diğer insanlarla anlaşabilmesi, büyük sorun olmaya başladı. Bu da beraberinde geleneksel değerlerden uzaklaşmayı getirdi.

Nutuk’un ilk baskısı eline geçtiğinde Atatürk, o kitabın üzerine, kendi el yazısıyla şu notu düşmüştü: “Bir memleketin, bir memleket halkının düşmandan zarar görmesi acıdır. Fakat kendi ırkından, büyük tanıdığı insanlardan vefasızlık, felaket görmesi ondan daha acıdır. Bu, kalp ve vicdanlar için onulmaz yaradır.” Halkın kendi oylarıyla seçtikleri tarafından soyulması da işte öyle bir yaradır, öyle bir acıdır!

Büyük Ortadoğu Projesi bundan yirmi beş yıl önce açıklandığında, “Türkiye’nin de sınırları değişecek!” denilmesine rağmen R.Tayyip Erdoğan’ın eş başkan olmasını, milliyetçi aydınlar, “Projenin ülkemiz lehine dönüştürülmesine yönelik bir girişim,” olarak değerlendirmiş ve fazla tepki vermemişlerdi.

Bugün Ak Parti ve Erdoğan’ın sığınmacı politikası, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı ile birlikte değerlendirildiğinde Anadolu’daki bin yıllık varlığımızı, azınlığa düşürerek Anadolu’yu Türk yurdu olmaktan çıkarma tehdidine dönüşmüştür. Türk düşmanlarının şiddetli ve aralıksız saldırıları karşısında toplumsal bünyemizi gözden geçirmek ihtiyacı duyduğumuzda, yöneleceğimiz cevher kendi öz değerlerimizdir. Milli Kurtuluş Savaşı ile kurtarılmış ülke bütünlüğümüzü bu yeni saldırıdan da kurtarmak için milletin tüm unsurlarıyla kenetlendiği ve tek vücut olduğu bir milli siyaset belirlenmesi ve uygulanması kaçınılmazdır.

Yüz yıl önce var olan, “Saltanatı ve hilafeti savunanlarla cumhuriyeti savunanlar arasındaki kavga,” halen devam etmektedir. Saltanat ve hanedan kalmadı ama “hilafet hülyası” sürüp gitmekte…

Günümüzde yazılı ve görsel basın, “İktidar Yanlısı” / “Muhalefet Yanlısı” olarak ikiye ayrılmış durumdadır. Ama üzülerek görüyoruz ki,  her iki kanat da milli duruş gösteremiyor! Atatürk resimli maskelerle milli muhalefeti boğduruyorlar. “Barış ve demokrasi” türküleriyle yeni bir devlet kurmanın alt yapısını hazırlıyorlar.

Önde Atatürk, arkasında Demirtaş(!) İsmail Küçükkaya kimin emrinde, kimin borusunu öttürüyor? Yıllardır Atatürkçü bildiğimiz ve saygı duyduğumuz Uğur Dündar, Yılmaz Özdil ve benzerleri neden susuyorlar? Bu sessizlik bize gösteriyor ki o yolun yolcularıyla aralarında, bizim ayrıntısını bilmediğimiz, bir anlaşma var. Onların ruhunda da bir “kimlik siyasetini kabullenme” var!

Kimliği siyasi alana taşıdığınızda bölünme kaçınılmazdır.

Havuz medyasının Banu Avar, Sabahattin Önkibar, Nihat Genç, Zahide Uçar ve Müyesser Yıldız’a yasak koymasını anlarım, muhaliftirler. Peki, kendisini “muhalif medya” sayanlar niçin onlara izin vermezler? Niçin ekran yasağı koyarlar?

Teşkilatlanmasını yaygınlaştıramamış siyasi hareketleri geçtim. … Ülke çapında örgütlenmiş, yaygın teşkilat ağı bulunan Millet Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi, Doğru Parti, Türkiye İşçi Partisi, Sol Parti, Memleket Partisi, Zafer Partisi bu “muhalif medya” tarafından niye yok sayılır? Niçin görülmez? Sesleri niçin kısılır, niçin boğulurlar? Var mı anlamlı bir izahı?

Adı geçen yazarlar ve siyasi kadrolar hem muhalif hem de “milli” ve antiemperyalisttirler.

Niçin milli devleti savunmayan partiler öne çıkarılırlar? Akademi, üniversite hocaları nerede? Cumhuriyetçi aydınlar nerede? Neden susuyorlar? Ülkenin sahibi millet soruyor: Anayasayı kim koruyacak?

Sözün bittiği yerdeyiz. …

“Anayasa’da Siyasi ve Bürokratik Sorumluluk ve Yükümlülüklerin Ayrıntılı, Anlaşılır Şekilde Şeffaflıkla Belirlenmesi; Bunlara Aykırı Davranan ve Bu Davranışıyla Kamu Zararına Sebep Olan Siyasetçiler İçin Ayrıntılı ve Ağır Yaptırımların Yer Alması, Anayasanın Cumhuriyetle Birlikte Demokrasiyi Koruyacak Tedbirleri de İçermesi,” yetmiş yıl boyunca zaman zaman hızlanarak milli hedeflerden uzaklaşılan bir ülkenin iktidarıyla muhalefetiyle “milli siyaset” rotasına girebilmesi için şarttır, elzemdir.

Kurtuluşumuz, “Rantiye Devlete dönüşmüş Milli Devleti” yeniden tesis edecek, "milli siyaset" geliştirip uygulayacak, milli muhalif siyasi partileri, halkın desteğini arkasına alabilen birleşik bir cephede toplayarak, “gerçek katılımcı demokrasi" uygulamalarını hayata geçirmekle mümkündür.

Bilgi ve takdirlerinize saygı ile sunarım.

YAZARLAR

  • Perşembe 24.1 ° / 11.6 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • BIST 100

    8806,72%-0,01
  • DOLAR

    32,25% 0,26
  • EURO

    35,08% 0,67
  • GRAM ALTIN

    2270,84% 0,79
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,51