14 kişiydik, ilkokul 5. Sınıfta.
Rahmi Kerem öğretmenin 14 çocuğuyduk. Gündüz okulda;
gece yarıya kadar evinde, haşır-neşirdik.
Üstelik, yeni evliydi Rahmi öğretmen. Eşinin, bir gün olsun,
alnını kırıştırdığını anımsamam.Onlara yetecek övgü sözcüklerini
bulamadığımı düşünürüm hep.
***
14 mezundan 7 kişi Köy Enstitüsü sınavına girmiştik.
Kazanmamamız olanaksız gibiymiş. Herkes öyle diyordu.
Bitirme Sınavı için gelen mümeyiz öğretmen de öyle diyordu.
Çünkü Rahmi Öğretmen bize, Ortaokul Proğramını uygulamış.
Tahminler de doğru çıktı, hepimiz kazandık.
***
İki arkadaş, yakınlarıyla ayrı gittiler. Biz, 5 kişilik bir grup halinde
yola çıktık.
Hastalığım nedeniyle okula geç gitmiştim. Yani, arkadaşlardan
yaşça büyük olduğum gibi, boyum da 10 cm. kadar uzundu.
O nedenle, grup sorumlusu sayıldım. Arkadaşların paraları da
benim koynuma girdi. Cebimin ağzında iki tane çataliğne vardı.
Öğretmenimiz, gideceğimiz okulun eski öğrencisi olduğu için,
okula varıncaya kadar, nerde ne yapacaksak, bir bir kılavuz liste
yapıp, verdi.
Yani, başlarında bir büyük olmayan; davarı bırakıp gelmiş 5
yörük çocuğuyuz. Kent korkutuyor bizi. O güne kadar ilçemizi bile
görmemişiz.
Kılavuz listemizde yer alan Silifke Hanı’na yerleştik. Hancı, Rahmi
Öğretmenin arkadaşıymış. Kendisine yazılmış mektubu verdik. Bizi
çok iyi karşıladı. Hastanenin yerini gösteriverdi. Şehir hakkında bilgi
verdi. Gezi konusunda yol gösterici oldu.
Silifke Hanı ilginç bir yerdi. Hem otel, hem Han idi. Ayrıca otobüs
durağı- otopark ve de hayvan pazarıydı.
Elimizdeki “ Sınavı Kazandı” kâğıdı ile Sağlık Raporu alabilirmişiz.
Yani, Babamızın bulunması şart değilmiş. O yıl, bir de “ İdrar Tahlili”
eklenmiş. Herkes, “ Eyvah! Tüm hastalıklar tahlilde mutlaka ortaya
çıkar” diyordu. Bizim korkumuz da o idi. Bir özürle okula gidememek,
bizim için ölüm gibi bişeydi.
Alıştığımız okul saatinde gittik Hastaneye. Ana- Baba günüydü.
iki Km vardı kuyruk. Gün cumartesi. Resmi çalışma öğleye kadar.
İdrar Tahlili için birer çanak verdiler “ Gidin, uygun bir yerde çiş
yapın, getirin” dediler. Sokakta, birbirimize siper olarak hazırladık.
Ve kuyrukta yerimizi aldık., Sıra bize geldi. Ben grubun başındayım.
Benim çanak teslim alındı, “ Saat 12. Mesai Bitti” dediler.
Biz bir grubuz. Bizi ayırmayın. Yabancıyız filan dedikse de, kimse
dinlemedi.
Pazar günü, otelci amcanın da önerisine uygun, turistlik yaptık.
Ama el ele tutuşuyorduk. Çünkü kaybolmaktan korkuyorduk.
Pazartesi gün doğarken gittik, yerimizi aldık. Gene de namazda
geldim diyenler vardı.
Arkadaşlar çanakları gene alıp, hazırladılar. Cumartesi verdiğim
için, ben sırada değildim,
Bu arada, cumartesinin sonuçları okunmaya başladı.
Kalbim küt küt atarken, sonuç çıktı, sağlamdım. Dünyalar benim
olmuştu. Arkadaşlarımda da buruk bir sevinç vardı.
Az sonr bir hinlik geldi aklıma. Hemen arkadaşlara fısıldadım:
“ Arkadaşlar, bakın benimki temiz çıktı. Üstünde adım yazılı değil
ya. Sizin çanaklara da ben işeyeyim. İşi garantiye alalım” dedim.
Çeşmenin başında, her çanak dolumunda yeteri kadar su içerek,
görevi tamamladık. Şükür, sonrasında da kimsede bir özür çıkmadı.
Düşünüyorum da;
Ben, davarın arkasından gelmiş; ayağı çarıklı bir Yörük çocuğu
idim.
O Köy Enstitüsü, benim beynimi yıkamasaydı; şimdi ben, kaçıncı
ihaleyi götürürdüm acaba?