12 Eylül’den söz açılmışken, hiç bir zaman unutamadığım bir
dostluktan söz etmezsem, kahrolurum.
12 Eylül faşizmi gözaltına almıştı. İki aya yaklaşıyordu.
Çorumuz çocuğumuzla bile görüşmek olanaksızdı.
Kirlenen çamaşırlarımızı bile değiştirme olanağı yoktu.
***
Günün birinde, görevli polislerden biri, içeri geldi “ Hoca! İki
adam geldi. İlla görüşeceğiz diye tutturdular. Biliyorsun yasak.
isterseniz bizi de içeri alın. Yoksa görüşmeden gitmeyiz diyerek,
toprağa oturdular. Sen sorumluluk bilen adamsın. Gel, şunlara
bir laf anlatıver yav” demişti.
Merak içinde kalmıştık.
Ana babanın; eşin- yavruların görüşemediği, hatta mümkün
olduğunca uzak durmaya çalışıldığı bir zamanda; bu deliler kim
olabilirdi?
İsim de söylememişlerdi.
Dışarıya çıkarken, kulağıma “ Hoca, dışarı ile iletişim kuracak
bir davranışta bulunup da beni zor durumlara sokma ha” diye
de fısıldamıştı polis
Binanın girişine yaklaştık.
A a, öğretmen Velittin Yıldırımlar’la ( Erdemli/ Tırtar’da
beraber çalışmıştık. Mekanı cennet olsun) inşaat ustası Ali
Tuncer ( Köylüm ve üvey annemin kardeşi) beton kaldırımda
oturuyorlardı. Sarılmamıza bile izin vermedi polis.
Gözlerimizle konuştuk, gittiler.
Aslında yüreğimizle konuşmuştuk.
O konuşma hâlâ bitmedi ve asla bitmeyecek.
***
O buluşma bende bir de göz damlası oldu. Nasıl mı?:
Yaşım ilerledikçe gözlerimde kuruma rahatsızlığı başladı..
O nedenle arada bir su ya da ilaç damlatıyordum.
Sevgili Velittin’i kaybettikten sonra, ilaç istemiyorum artık:
Bu öyküyü anımsıyorum, gözlerim doluyor. İlaca hiç gerek
kalmıyor.
Dostluk gibi bir ilaç var mı ki zaten?.