Mehmet BABACAN, Eğitimci- Yazar ve Şair


ŞEYH SITKI


    1960’larda tanıdığım bir insandı Şeyh Sıtkı. Rüyama girdi bugün.

     Düzenbaz şeyhlerle bir ilgisi yoktu onun.

     Sülalesine Şeyhliğin nerden geldiğini de bilmiyordu.

     Güya peygamberle akraba imişler.

     Çöl Köyü, benim öğretmeni olduğum Hililan’a yaya yarım saat uzaklıkta

bir çukurun içindeydi. Okulu yoktu. Çocukları bize geliyorlardı.

     Şeyh Sıtkı ile de torunu yüzünden tanışmıştık.

     “ Oysa bizde Araplık da yok; kürdoğlu kürdüz” diyordu.

     “ İnsan olmadıkça poka yaeamaz” lafını çok kullanırdı.

     İlginçliği saymakla bitmeyecek kadar çoktu.

     Bir bakarsınız okuma- yazması olmayan bir adam; bir bakarsınız felsefe kırığı

laflar eden biri.

     Ben tanıdığımda 75 yaşında olduğunu söylüyordu.

     Bense yirmi dördündeydim.

     Ama can-ciğer arkadaş olmuştuk.

     Okuma- yazmayı askerde de öğrenmemiş. Ne zaman askerlik yaptığı da

pek belli değildi ya.

     Alışmayan konuştuğu Türkçeyi anlayamazdı. Türkçenin başına vurur gözünü

çıkarırdı. Bilmeyen espri yaptığını sanırdı.

     Yapabileceği bir iş konusunda, kendisine yardım edilmesini de sevmez, küfür

etmekle eşdeğer sayıyordu.

     Deli desen deli değil, akıllı desen akıllı değil. Ama insan iyisi bir insandı.

     İlk tanıştığımızda “ Hoca, ben mecbur şeyhim” demişti. Ne demek olduğunu

sorunca anlatmıştı:

     “ Ben Şeyh olduğuma inanmıyorum. Olmak da istemiyorum. Ama köylü hak

vergisidir, olmam diyemezsin, diyor.

     Arada namaz kılmadığım oluyor. Namazsız Şeyh olmaz diyorum; Şeyhin

Namazı doğmadan önce kılınırmış, diyorlar..”

     Anımsanacağı gibi 1950’li yıllarda Kore’de bir Savaş olmuş; bizim askerlerimiz

de katılmıştı. O askerlerin arasında Çöl Köyünden de gidenler olmuş. Onlar

köye gelince:

     “ Şeyh Sıtkı’yı Kore’de gördük. Cephede bizden ileride koşuyordu” demişler.

     “ Oysa ben o zamanlarda kanlı ishale yakalanmıştım, heladan beri gelemiyordum”

     “ Hoca, bana zorla Şeyhlik yaptırıyorlar, düşman başına” diyor, dizlerine vuruyordu.

 

                                                                       ***

     Bir gün rahatsızlığından söz etti. Ben de selam söyle diyerek, ilçedeki doktor

arkadaşıma gönderdim. Doktor otopsiye gitmiş olduğu için, akşama kadar beklemiş.

Akşamüstü dönen doktorla savcı, ilçenin tek lokantasına oturup, yorgunluk çıkarmak

üzere rakılarını doldurmuşlar.

     O sırada lokantacı  Şeyh Sıtkı’ya doktoru göstermiş “ Halkı sever. Git derdini çekinmeden

anlat” diye, yüreklendirmiş. Temmuzun amansız sıcağında, çarşaf gibi mendiliyle terini silerek

varmış yanlarına. Lokantacı da tanıtmış Şeyh’i. İlgi göstermişler, buyur etmişler. Şeyh rakıları

görünce:

     “ Ooo biz böyle bunalırken, siz ayranınızı içiyorsunuz ha. Bana da vermez misiniz?”

demiş ve bardağa yapışmış:

     “ Şeyhim bizim ayran sana yaramaz. Eskimiş, bozulmuş bizim ayran” deseler de Şeyh

dinlememiş  “ Ayranın kötüsü mü olur” diyerek, bir dikişte içmiş rakıyı.

     Sonraki gün geldi yanıma “ Hoca, sen iyi yaşıyorsun. O şehirdekilerin ayranı bile

kokmuş. Bana içme dedilerdi ya inanmadım. Bir dikişte içtim. Kusacak gibi oldum.

Ama biraz sonra bana bir rahatlık geldi. Ayıp olmasa sandalyede uyuyacaktım.

Hastalığıma da iyi gibi geldi.”

     Şeyhim, bilmediğin şeyi içmemekte yarar var, diyerek geçiştirmiştim.  

 

                                                                       ***

     Günün birinde bir duyduk ki Şeyh Sıtkı yılan yutmuş.

     Evine ziyarete gittim.

     Tarlada ağacın altında uyumuş. Ağzı açılınca, susuz kalmış yılan yavrusu ağzına

girmiş. Boğazını yalarken rüyasında acı bir ilaç yuttuğunu görüyormuş. Uyandığı anda

yutkunuverince yutmuş yılanı. Yutarken de kuyruğunu görmüş. Ama sokmamış. Oğlu Mesut

Siirt’e hastaneye götürmüş.

     Akşama kadar bekledik, gelmediler. Hastaneye yatırılmış olabileceğini düşündük.

     Sonraki gün geldiler.

     Eve geçmeden benim yanıma geldi. Tabii köylü de toplandı başımıza.

     Şeyh çayını içerken oğlu anlattı, enine boyuna:

     “ Hocam, hastanede iyice güldüler bize. “ Çok mu acıkmıştın dede” dediler.” Ağzındayken

sokamadığına göre korkma ölmüştür, yarın tuvalette çıkar” dediler.

     Ana babam illa çıkarın diye tutturunca kovdular bizi “ Bizim yapabileceğimiz bişey yok.

İsterseniz Diyarbakır’a gidin” dediler.

     Biz de Kurtalan’dan trene binip düştük yola. Babam laf dinlemiyor, durmadan ağlıyordu.

     Bunu gören bir adam ilgilendi bizimle. Bir memurmuş, naklen gidiyormuş bir yere. Yanında

iki valizi vardı. Bize yer açtı. Durumu anlattık. O da güldü. “ O kolay” dedİ.  Valizinden bir küçük

gazocağı ile bir çaydanlık çıkardı.  Çaydanlıkta kaynayan suyun içine bir paket tütün döktü. Su

kaynayıp soğutulduktan sonra bir bardağa doldurdu “ Tadına bakmadan, bir dikişte iç” dedi

babama. Babam zehir olsa içmeye hazırdı zaten. İçer içmez kusmaya başladı. Az sonra da yılan

çıktı.  Çoktan ölmüş zaten.. Babam adamı öpe öpe epeyce küçülttü. Yarı yoldan geri döndük.

     Babam yılanın ölüsünü de getirdi, evin yanına mezarını yapacakmış.”

     Köylüler bildiklerinden şaşmadılar. “ Seni Allah korumuş. Şeyh olmasan o yılan seni sokardı.”

diyenlere ,  “Haydi be! Bir yılancığı öldürebilmek için, benim karnımdan başka yer mi bulamadı?”

diyordu, rahmetli Şeyh Sıtkı.   

     Mekânı cennet olsun.

 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92