Cumali KARATAŞ


ALİ OZANEMRE İLE ŞİİRDEN ÖYKÜYE SÖYLEŞTİK


***Sevgili Ozanemre, “Filistin Sancısı”nı anımsıyorum şiir adına, yazmıştım da. Sonra, şiir dışı kitaplarınla karşılaştık. İsterseniz kitaplarınızla başlayalım söyleşimize.. Hangi kitaplarınız yayınlandı?

---Sevgili kardeşim Cumali Bey, şimdiye dek 10 kitabım yayımlandı. Bunlardan ikisi araştırma, inceleme türünde. Biri, “Döne Döne Karacoğlan”(2000/2012) adında, Karacoğlan şiirlerinin içine girilmiş kapsamlı bir çalışmadır. Öbürü, yerel bir ozanın şiirlerini derleyip düzenlediğim “Destanlar”(2002). Diğer kitaplarımdan dördü öykü:“İkinci Kerem Sonuncu Aslı/Türk-Ermeni Öyküleri”(1998/2006), “Onlar Çocuk Kalacak”(2001), “Kafdağının Kuşları”(20015) ve “Gerçek Ay ışığı”(2020). Yayımlanan şiir kitaplarıma gelince, onlar:“Aşk Yoksa Ben Yokum/Rubailer”(1997), “Filistin Sancısı”(199), “On Beş Yunus Koy’verdim Bu Kıyıdan”(2012), ve “Aşka Açık Unutulmuş Kapımız”(2018).

***Başka yayınlanacak kitaplarınız var mı?

---Var. Hem şiir, hem öykü türünde. Ayrıca, adları şimdilik bende saklı kalsın, İki roman çalışmam var ama bunları henüz istediğim kıvama getirebilmiş değilim.

***Sanırım ilkiniz şiirdi?..

---Doğru anımsıyorsunuz. İlk kitabım şiirdi: Şimdilerde, elde birkaç örneği kalmış olan “Aşk Yoksa Ben Yokum”: “Amaç taşlamaksa gül atsan ne değişir / İster değsin ister değmesin cana / Nerde dünyaya bir daha bir daha gelmek / Her fırsat bir kez veriliyor insana” gibi çağdaş rubailerin yer aldığı kitabım; Aykırı Sanat Yayınları’ndan 1997’de çıkmıştı.

***Şiir yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız? İlk şiirinizi anımsıyor musunuz?

            ---İlk şiirimi anımsamam olanaksız. Hani böylesi sorular karşısında genellikle çocukluk dönemlerine gidilir. Hatta bebeklik dönemine gidenler olur. Ben, işi o ölçüde abartmayayım. Yine de doğruyu söylemek boyun borcu: Köyümüzde evlerimizin yakınlarında hayvan otlattığım zamanları anımsıyorum. Henüz ilkokula başlamamıştım. Babamın, eli altındaki Kerem Kitabı’ndan, kitaba gerek duymadan Karacoğlan’dan ve benzer başka hazinelerden okuduğu türküleri örnekseyerek şiirler uydurduğum aklımda. Ben de babamın okuduklarına benzer şiirler üretirdim. Üretirdim ama sanırım sayısız şiir üretebilme gücüm nasıl olsa var, yeni yeni şiirler üretirim diye düşünmüş olmalıyım ki uydurduğum şiirlerin hiçbirini hafızamda tutmazdım. Sonra, özellikle ilkokulu bitirip de altı yıllık ilköğretmen okuluna başlayınca şiirin ne olduğu konusu bende dallandı. Ben de bazı arkadaşlarım gibi yeni tanıdığım biçimde şiirler, kendimce öyküler yazmaya başladım. Başlayış o başlayış…

            ***İlk yayımlanan şiiriniz hangisiydi? Ne zaman, nerde yayımlandı? 

---Bu soruyu yanıtlamak da zor benim için. Ama sanki ilk şiirlerim, ilk yazılarım liseli yıllarımda, sınıfımızda çıkardığımız duvar gazetelerinde, sonra, okulda çıkardığımız -şimdi adını bile unuttuğum- okul dergisinde yayımlanmıştır. Hiç kuşkusuz onlar, çocukça yazılmış aşk ve güzellik içerikliydi. İlk gençlik, diyelim…

***Şiire ya da edebiyata yönlendiren, destekleyen oldu mu? Sanatsal yönden, genetik özellik konusunda ne diyeceksiniz?

---Beni şiire, edebiyata yönlendiren konusuna, yukarıda sözünü ettiğim, babamın “Kerem” ve “Karacaoğlan” kitaplarından, okuduğu türkülerin beni edebiyata yönlendirdiğini söyleyebilirim. Onun dışında, sonraki aşamalarda eşim Ayşegül Ozanemre’nin en azından fazlalıkların atılması, “o öyle değil de şöyle olursa daha güzel olacak” gibi katkılarını, adına yönlendirme denirse yönlendirmesini, bu anlamdaki desteğini burada belirtmeliyim. Genetik özellik konusu önemli. Benim, sanatsal üretim konusunda ‘sac ayağı’ dediğim bir durum var. ‘Sac ayağı’nın birincisi anadan atadan (soydan) gelen sanatsal kalıt. Bu ayak, sanat üretiminin olmazsa olmazı. İkinci ayak, okumak yani birikim. Üçüncü ayak da üretim için çalışmaktır. Yani uğraşı edindiğin sanatın ülkede ve dünyada nerelere yükseldiğini görüp anlamak ve içindeki sanatsal birikimi görünür duruma getirmek için alın teri, göz nuru dökmek…

***Şiir ve sanatın yetenekle ilgisi olduğuna inananlardan mısınız?..  

---Yetenek… Sanırım soruda amaçlanan kavram, benim ‘sac ayağı’nın birinci ayağı. Çünkü yetenek denilen şey, doğuştan getirilen, üst soyumuzdan bize geçen kalıtsal özellik. Başka sanat dalları için de şiir sanatı için de yeteneğin, bir başka söyleyişle doğuştan getirdiğimiz kalıtsal değerin payı önceliklidir. O olmazsa, ‘sac ayağı’nın öbür ikisi bir işe yaramaz.

***Şiir, şair, yazar kimdir? İyi bir şiir, öykü, şair, yazar nasıl olmalıdır?

---Sorudaki üç olgu için yüzlerce, binlerce tanım yapılmıştır. Belki her tanımlama doğrunun bir dilimini dile getirir; ama hiçbiri için tek doğru budur, denilemez. Ya da şöyle mi demeli: Herkes kendi doğrusunun tanımını yapar. Bu bağlamda benim tanımım yok diyeceğim. Yine de sanırım, şair de, şiir de, yazar da yazdıkları da güzelin, iyinin, doğrunun yanında olmalı, çirkinliğin, kötülüğün, eğriliğin ve yanlışlığın da karşısında… Biçim kaygısı ötelenmemiş olmalı. Bir de halktan kopuk olmamalı…

***Kendinizi çizgi yönünden nasıl bir yazar olarak tanımlayabilirsiniz?

---Sevgili kardeşim, kendimden söz etmeyi, hele de övünmeyi sevmem. Bu konuda çok doğru şeyler söylesem de sevmem, sıkılırım. Yazar olarak nasıl bir çizgide yürüdüğümü en iyi, yazdıklarım koyar ortaya; bir de yukarıda söylediklerim ipucu verir diye düşünüyorum.

***Bir şairin ya da sanatçının olmazsa olmazı olabilecek üç şeyi saymanız istense, öncelik sıralamasına göre neler sıralarsınız?

            ---Ben bu “üç şey”i, yıllar öncesinde saptamışımdır: “Sac ayağı”. O da yukarıda denildiği gibi kalıtsal özellik yani soydan gelen yetenek, başkalarınca üretilmiş sanatın ulaştığı çıta düzeyini anlayıp kavrama yolunda okumak ve üretim için yoğun çaba.

***Gerek şiir, gerekse öyküde, sizce biçim mi önde olmalıdır, içerik mi?

---Sanırım, içeriğe daha çok önem veren biriyim. Ancak, içerik için ‘10 puan’ dersek, biçim de onun belki bir, belki yarım puan gerisinde ve yanındadır. Demem o ki her güzelliğe mutlak bir biçimle ulaşılır. Resimde, yontuda olduğu gibi edebiyatta da biçim önemli.

***Rubailer"i de göz önüne alınca, gelenekten beslenen,  yer yer otantik folklorik etkili şiirsellikleri görülen biri olduğunuz söylendiğinde neler demek istersiniz?

---Benim ürünlerimde gelenekten beslenmeye uzak olmadığım açıkça görülür. Örneğin klasik rubainin bütün özelliklerini barındırmamakla birlikte rubailer kitabım… Ayrıca diğer üç şiir kitabımdan “Filistin Sancısı” ve “Onbeş Yunus Koy’verdim Bu Kıyıdan” destan şiirler (ırmak şiir)… Ayrıca, ilk öykü kitabım “İkinci Kerem Sonuncu Aslı / Türk-Ermeni Öyküleri”… Hatta “Döne Döne Karacoğlan”… Bütün bunlar, gelenekten folklordan yararlanılarak üretilmiş, otantik özellikler taşıyan yapıtlardır. Usta Yaşar Kemal’in dediği gibi halktan kopmamak gerek. Ben, buna inanmış biriyim.

***Tabii halk bilimi, yöreselllik vb. derken, araştırmalarınız bağlamında da konu ister istemez gelip Karacaoğlan'a dayanıyor... Karacaoğlan'ın torunu olduğunuzu yıllar önce duyar gibi olmuştum. Şimdi bu bağdan söz etmenin tam sırası...

---Bana öyle gelir ki bütün âşıklarda, bütün ozanlarda, hatta bütün şairlerde en azından bir Karacoğlan damarı vardır. Benim kişi olarak Karacoğlan torunu olduğum konusundaki duyumunuza gelince: Kısmen doğru. “Kısmen” diyorum çünkü büyük Karacoğlan’dan günümüze dek dört yüzyılı aşkın bir zaman geçmiş; bugün için hiç kimsenin dört yüz yıllık geçmişini saptamanın olanağı yok. Doğal olarak benim de… Ancak; Güneyli Karacoğlan’ın, Çukurova-Gavurdağı yöresinde yaşayan Varsak (Farsak) Türkmenlerinden, daha açığı, şimdiki Düziçi Varsaklarından, Sailoğullarından olduğu biçimindedir. Bu konuyla ilgilenen bilim insanlarının ortak kanısı. Ben de Düziçiliyim ve nüfus cüzdanımda doğum yerim olarak köyümün adı “Farsak” diye yazılıdır. Nitekim ilk kitabım “Rubailer”den sonra yaklaşık dokuz yıllık bir süreçte yazdığım, basılan ikinci kitabım, 659 sayfalık “Döne Döne Karacoğlan”dır, ilk baskı yılı, 2000. Bilmem, bütün bunlar Karacoğlan torunu olup olmadığım konusunda bir fikir verir mi insanlara…

            ***Edebiyat ve okur ilişkisi açısından dünle bugün hakkında söylemek istediğiniz bir şey olabilir mi? Karşılaştırma da yapabilirsiniz.

            ---Her çağda olduğu gibi yaşlıların gençler için “Ah, bizim zamanımızda böyle miydi?” biçimindeki yakınması denilmesin. Yaşamakta olduğumuz dijital/sanal süreçte bugünün okuru, elbet dünün okuru değildir artık. Dün derken, tanık olduğum kendi geçmişimden söz ediyorum. Okuyup yazan kişiler olarak bizler, kitap kurtlarıydık. Âdeta ne bulsak yalayıp yutmak isterdik. Bazen, okumak isteyip de içinde okumamış olduğum bir kitap bulmakta zorlandığım binlerce kitap var bugün kitaplığımda… Ötesini siz düşünün. Yine de teslim etmeliyim ki “yaşamakta olduğumuz dijital/sanal süreçte” de edebiyat okuru yok değil, var, hem de azımsanmayacak ölçüde.

***“Tersakan Toros”la bir dergicilik serüveni yaşadınız… Özellikle Anadolu’da dergi çıkarmak kolay mıdır sizce? 

            ---“Anadolu’da dergiler kapanmak için çıkarılır.” Bu ironik sözü kim söylemiş bilemedim şimdi. Kim söylemişse güzel söylemiş. Yazar kadrosunda birlikte bulunduğumuz “Söylem” dergisi, bilinen nedenlerle teklemeye başlayınca sevdiğim bazı arkadaşların ‘hayhaylama’sıyla “Tersakan Toros”u çıkardım. İki ayda bir yayımlanan ve her sayısına ciğerimizden parçalar kattığımız dergiyi, 24. sayısıyla kapattık. Yani 24 sayı sonrasında o da Anadolu dergilerinin yazgısıyla buluştu. Dergicilik zor iş. Hele de parasal desteği yoksa… Manevi getirisinin hazzı da olmasa dergiciliğe, sanırım kimse kalkışmaz.

***Şiirin, edebiyatın dışında ilgilendiğiniz bir sanat dalı oldu mu?

---Öğretmen okulunda altı yıl okumuş biriyim. Okulum bana flüt, mandolin çalabilme becerisini kazandırdı. Ben de bunlardan saza geçmeye çalıştım. Az biraz saz çalarım ama yalnız kendime…

***Şiir ve edebiyat yoluna koyulan gençler için söylemek istediğiniz bir şeyler var mıdır?

---Bu soru için kestirmeden, “yoktur” diyerek işin içinden sıyrılmak var ama öyle yapmayalım. Şiirle ya da edebiyatın öbür dallarıyla ilgili olarak içinde kıpırtılar duyumsayan gençlere sözüm şu olabilir: Madem içlerinde o kıpırtı var; öyleyse yetkin kitapları okuma eyleminden hiç kopmasınlar; bir de gezip tozma, gerçek ya da sanal ortamlarda ‘zaman öldürme’ yerine kafasını kuma gömmüş devekuşu olmayı giyinsinler, üretim için var güçleriyle çalışsınlar. Bundan ötesi mevlam kayıra…

***Etkilendiğin, beğendiğin, sanatına katkısı olan edebiyatçılar oldu mu?

---Hiçbir kimseyi örneksemedim, hiçbir şeyin benzerini yapmaya özenmedim. Çocukluğumda, babamın okuduğu Kerem’lere, Karacoğlan’lara bile… O, çocukluk günlerimde üretip üretip unuttuklarım, Kerem’in, Karacoğlan’ın şiirlerine ancak biçimsel benzerlikteydi. Yoksa hepsi de kendi duygularımın itmeleriydi. Belki temelimin harcında en yakıcılarını ağıt ustası babaannemin ürettiği ve ablalarımdan dinlediğim ağıtlar, hemen her mecliste türkülü halk öyküleri anlatan babamın anlattıkları vardır. Bunun üstünde gerek dünya edebiyatının, gerek Türk edebiyatının devleri benim için ‘dev’den öte birer yaratandır, tanrıdır. Buluşabildiklerimin hepsinden süt emdim, diyebilirim. Öyleyse Sait Faik’ten, Yaşar Kemal’den, Nâzım’dan; Gorki’den, Dostoyevski’den, Aragon’dan… bile söz etmeme gerek yok.

***Aldığınız ödüller varsa, onlardan da kısaca söz eder misiniz? 

---Bol ödüllü biri değilim; değilim, çünkü ödül peşinde koşan biri olmak, öyle algılanmak sıkıntı verir bana. Yine de kısaca: Beşparmak dergisinden (öyküde) 2.’liğim var. UNESCO, 1997 yılını Dünya Hasan Âli Yücel’i Anma Yılı olarak belirlemiş, buna istinaden İstanbul Bakırköy ADD şiir yazma ödülü düzenlemişti. O yarışmada 1.’liğim var. Aldığım ödüller söz konusu olunca, Karacoğlan çalışmamla, 2016’da, Mersin Büyükşehir Belediyesince 14.’sü düzenlenen “Karacaoğlan Şiir Akşamları” kapsamındaki 1.’lik ödülüm gelir aklıma. Sanırım; tunç döküm, 10 kg’lık, saz çalan Karacoğlan heykeli kitaplığımda baş köşede kurulup durmaktadır bugün.

***Sizin ayrıca söylemek istediğiniz bir şey var mı?

---Ayrıca söylemek istediğim bir şey yok; ya da şöyle dersem -sanırım- daha anlaşılır olur: Söylenecek söz çok, söyleşi oylumu dar, okuyucuda sabır kısa, başka işlerim var bu nedenle bende zaman kısıtlı. Öyleyse sabrın sınırını daha fazla zorlamayalım ve söz torbasının ağzını büzüp bağlayalım.

***Katkınız için teşekkür ederim… Dilerseniz bir şiirinizle noktalayalım söyleşimizi…

---Gösterdiğiniz ilgiden dolayı asıl ben size teşekkür ederim sevgili kardeşim Cumali Bey. Keşke zaman ve olanak bulsam da ben de sizinle bir söyleşi yapsam. Kim bilir bilinmedik neler neler çıkar ortaya. Sağ ol, var ol. İşte ‘kısa’ şiirlerimden biri:

 

BENDE DİCLE

ben, devenin izindeki kum tozu

kel keçinin süt vermeyen memesi

her topal katırın sol baştaki kör gözü

bende orun ne arar

***

sürekli süstüm kendimi ‘dik dur arkandayım’

susamış bahçenin solmuş daldaki gülü

dosta muştu düşmana inat

cigaradan bir nefes boz rakıdan bir yudum

bende tövbe ne arar

***

gidişlerin Donkişot’u yüreğim uslanmaz

‘suya düşer ıslanmaz etin kessen seslenmez’

öldürülen kadınlarla ölmüştür

‘bu da geçer canım efendim’e sığınmış

Kerbela’da çöl olmuşum susuzum

bende Dicle ne arar.

 

                                                           Ali Ozanemre

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 15.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9548,57%0,19
  • DOLAR

    32,49% 0,16
  • EURO

    34,80% 0,25
  • GRAM ALTIN

    2487,88% 1,05
  • Ç. ALTIN

    4157,48% -1,05