Zeynep Kural-İNCE DOKUNUŞLAR


15 MAYIS 2015 TARİHİNDEN ÖNCEKİ YAZILARIM


BİR KALEM, BELKİ BİR NOTA 
               Öylesine kan kokuyor ki ortalık,
               Dünyayı yok ediyorsa bir kara delik,
               Her mahzene bir kardelen yakışır artık.
               Oğlum, kızım al eline bir nota, bir kalem
               Çiz dünyayı yeniden ilmik ilmik.
               Bir zakkumun zehirinde birleşti de insanlık
               Yürekler gedik,
               Dalındaki pembe beyazda görülmedi güzellik.
               Her gün bir kanat sesi duyulsa da göklerde,
               Neye yarar uçmak, olmazsa özgürlük.
 
               Düşüncelerim kocamanlaştı, dünya küçüldü, kimlikler parçalanıp kin, nefret tüm ötekileri önüne katıp yok etti o gün, kalemin, çizginin, sanatın gücüne sıkılan her kurşunda. "Farklı olmak sevmeye engel değil." demiş bir çizerin, Wolinski´nin bu cümlesi dolandı durdu gün boyu zihnimde. Aynı gün akşam açılışta, "Söz Çizginin" diyen Turhan Selçuk´un ve diğerlerinin bakışları daha bir anlamlı geldi sanki siyah beyaz fotoğraflarda. "Keşke" dedim, "Dünyayı yutmadan o karanlık, sanat olsa öncelik."
             Bu duygularla gittiğim açılışta zaten Adana için oldukça soğuk sayılabilecek bir günün böylesi bir akşamına teslim olmak iyi hissettirdi kendimi bana. Daha fuayede onlarca tanıdığı ve Adanalıyı görünce düşündüm ki, "Hepimiz özlemişiz böyle anları, şehrimize çok lazımdı böyle bir sanat okulu ve kültür merkezi." Gelecekte yapılması planlanan  her güzel projenin destekleyicisi gibi gördüm o an orda olan herkesi. Fikret Otyam´ın tabloları selamladı bizleri önce ve Adanalı diğer ressamların. Salon ise oldukça kalabalıktı. Orhan Kemal´in oğulları, Işık-Nazım Öğütçü, Turhan Selçuk´un eşi, yazar Füruzan, sinema eleştirmeni kızı Aslı Selçuk, hat sanatçısı, ressam Etem Çalışkan, yönetmen Ali Özgentürk açılışa katılan sanatçı konuklardı. Fikret Otyam, rahatsızlığından dolayı eşi Filiz Otyam´la birlikte katılamamıştı bu geceye ama çok önemli ve anlamlı mesajı okundu salonda. Kendisine sağlık diliyoruz. Hepsinin ortak dileğini iletirken Işık Öğütçü, arzusu, "Bugün hayatta olan veya olmayan her sanatçının gönüllerde yer alıyor olmasının herkesi ne kadar mutlu edeceği, bunun bir vefa, değerbilirlik olduğu, bunu gösteren siyasetçi ve devlet adamının o sanatçıların adlarıyla daha uzun yaşayacağı." yönündeydi. Zerafeti ile sahneye doğru attığı o vakur adımları, dimdik duruşu, konuşması kadar çok etkiledi beni ilk kez gördüğüm Füruzan´ın. Turhan Selçuk´tan ve karikatürist arkadaşlarından söz ederken üzgündü ama kararlıydı: "Bir ülke kültürüne, sanatına sahip çıktıkça aklını ve estetiğini ispatlamış olacaktır." cümlesi içtenlikle yer aldı hepimizin gönlünde. Ali Özgentürk, "Dayanılması zor hale gelen ülkenin ve dünyanın haline bakarak  Cemal Süreyya, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Füruzan, Aziz Nesin ve niceleri, iyi ki varlar. Çünkü onlar toplumumuzun güzel halleridir." derken oldukça hüzünlüydü. Etem Çalışkan ise, "Günaydın, günaydın. Günün zaman dilimi değil, hür yalnızlıklarda aydınlığa uzanan her eldir önemli olan." sözleriyle, umuda açılan bir pencere sundu sanki. Konuşmaların, şiir dinletisinin ardından her iki merkezin açılış kurdelesi kesildikten sonra sanatçılar kitaplarını imzaladı. Kalabalık biraz dağıldığında sohbet etme şansı yakaladık en güzel miraslarına sahip çıkan bu değerli sanatçılarla. Adana vardı hepimizin gönlünde ve Türkiye. "Parasız Yatılı"´da pek çok ana-kızı anlatan Füruzan, kızıyla elele, kızlarımızın geleceğine ışık oluyordu. Gururluydu Işık Öğütçü, "Kinsiz, herkese açık yüreğinden insan sıcaklığı, hayat serüveninden süzülen aklının ışığından bilinç, insana olan sonsuz güveninden umut getirdi bize." derken babası için. Toprağının bereketi, samimiyeti üzerlerine sinen her Adanalının dediği gibi, "Adana, sanata en büyük katkıyı sunan kent olmalı, çünkü toprağının bereketine, terine yerleşmiş onlarca sanatçısı var." Ve o gün orda bulunan tüm değerli sanatçıların dediği gibi, "Bu dünya sanatın gücüyle ayakta duruyor."
             Diyalektiğin tüm terminolojisine, dinlerin tüm öğretisine rağmen gittikçe bir baskıyla fenalaşan ve çukurlaşan kara delikler yutmadan dünyayı ben de diyorum ki son söz olarak, sanatın gücü yeniden keşfedilmeli, ellerde taşınan bir kalem, dillerde söylenen bir nota olmalı. Saygılarımla.

***********************

BURNUMA ÇEKTİĞİM EN GÜZEL KOKU: HAYAT
            Son üç dört yıldır en sık sorulan sorulardan biriydi: "Yazdığını bilmiyorduk, ne zamandır yazıyorsun?" Şaşırtmıyordu bu soru beni doğrusu çünkü yazmak sığınağım olmuş benim, kabuğum olmuş, mahremim saymışım, kutsalım bilmişim kimseyle paylaşmamışım. Mutluluğum olmuş, iç döküşüm olmuş, coşup da taşışım olmuş, o çok sevdiğim hayatla aramdaki en güzel dostluk olmuş. Aklım erdiğinden beri yazmışım. Sonrasında sizlerle paylaşmanın mutluluğu kazancım olmuş,  heyecanıma saymışım. Bir kurşunkalemin hışırtısının verdiği o dayanılmaz keyfin yanısıra içimden de yazmışım. Bembeyaz kağıda dökülenlerden başka hayata da yazmışım. Gün gelir kağıt yanar gün gelir hayat biter diye. Özgürlüğe bırakılmış milyonlarca tohumdan en değerlisini seçen bir cennette can bulmuşsam eğer ve bütün o mucizelerin başlangıcı isem sonsuzluğa giderken ki en güzel, en anlamlı yolculuk yaşamın ta kendisiyse eğer, geride bıraktıklarım sevgiden ve iyilikten yana olmalı diye yazmışım.
          Zamanın kabuklarını kaldırdığımızda bir incecik sızıyla akıp giden kanayışlar da dolmuş genzimize, tortulanmış irinler de zehir olmuş damarlarımıza. Ama yerini iyileşmeye bırakınca yaralar yıllar sonra sadece izine bakıp hatırlanır olmuş. Kiminde sevgisizlik olmuş, umutsuzluk, öfke, kin, nefret bu izler, akmış yol bulana kadar kalbe dolan her kan atımında. Kiminde ise adımlarındaki sessiz direniş olmuş sevgiden yana, gönüllere yerleşmelere inanılan, kapıları çalan mucizeler kadar umut taşımında. Kelimelere dökülen bir yaşamın ucunda aslında geleceğe bir iz gibi hayatların bir gün anı dolu geçmişle bağları gibi kuvvetli, sağlam. Yüzleşmelerin en güzeli insanın kendi içine döndüğünde gördükleriymiş çünkü. Öze yolculukların tadı ise hep geride bıraktıklarımızda saklı kalmış. Bir gamzeye yerleşen gülüşler, bir gözde ışıldayan bakışlar, gönüllere kurulan tahtlar sonsuzluğun bulutlarına yol bulmuşsa eğer ağzımızda o kutsal çeşmeden emdiğimiz süt kadar masum bir tat bırakmışsa yaşam ve zaman, kabuğu kaldırdığımızda, içimize baktığımızda gördüklerimizden hoşnutsak, mutluluk kadar sonsuz olmuştur yaşanmışlıklar.
          Annesinin kırkbeşine yakın doğurduğu "yanık düreni", yedi kardeşin omuzlarında taşıyıp, sevgilerinde çoğalttığı "çitlembiği", ben, artık "elli" oldum. Dilime, elime yapışan "iyi ki"lerle birlikte. Kolay olmadı elbette kazandıklarımdan kendi nasibime aldıklarım. Onsekizimde o çok uzak gördüğüm "ikibin yılında otuzaltı olacağım" endişesiyle beklediğim yılları bile devirdim çoktan. Hatta tam o yılda bir can daha çoğaldım ilkinin üzerine geçen yedi yıldan sonra, sevincim katmerlendi. Allahın bizlere bahşettiği en güçlü duygudan daha özel olan evlat kokusu sindi göğsüme. Yaşamımdan geriye kalacak, aslında kendi yolculuklarının ve hikayelerinin kahramanı olan iki pırlanta bırakıyor olmakla mutlulukların en güzelini yaşadım. Bir anı olacaksak hepimiz onlar bizden kalanın, biz olanın en güzelleri, en anlamlıları olacak. Kırıklıklar, kırgınlıklar, coşkular, sevgilerde yön buluşlarla saçlarıma yağan karlar, gözlerime dolan yıldızlar, yüzümde açan kırışıklıklar bir yaseminden geriye kalan izler gibi kalacak derinimde. Küçücük şeylerin önemli olduğu, büyük hedeflerin, başarıların değil, sadece ince, zarif ayrıntıların, sabah sağlıkla uyanıyor olmak gibi,  çayı ocağa koymak gibi mesela, bir büyük hediyenin ta kendisi olan hayatı, farkında olarak karşılayacağım yine, yeni yaşımla, yeniden. Hayatın içinde saklı kara delikleri bilerek. Bu deliklerin her açıldığında bizi yutabileceğinden, bu yüzden hiç kimsenin sınanmadığı günahın masumu sayılamayacağını düşünecek kadar akılla ama tüm sevdaları biriktirecek kadar gönülden sahiplenişlerin zenginleştiği duygularla. Güneşin her doğduğu gün kendi yerine herkese bu güzelliğini lütfettiğine inanarak. Işıldayarak, parlayarak doğmak gökyüzünden her yeni gün. Güçsüz ve mağlup hissettiğim her günün sonunda kalbimde çalacak bir fon müziği gibi gelen  hayatla. Zaman diye bir şey yok aslında. An´lar var. Hikayemizdeki duraklarda tek tek dolaştıran bizi. Çoğu zaman alıyor bizi en yüksek bulutun tepesine oturtuyor, kanatlandırıveriyor. Kimi zaman da yumak yumak oluyor, düğümleniveriyor. Ben hep kutlayanlardan oldum zamanı, coşkusuna kapıldım, gücünün etkisinde kaldım, bana yaşattığı herşey için teşekkür şarkıları dolaştı dilimde. Tercihlerim, seçtiklerim uzun yollarda eşlik etti mucizelere. Daha ne kadar an´ın bilinmezliği var diye düşünür oluyor insan bu yaşlarda. Biraz ürküyor, biraz daha bağlanıyor sanki. Kazanılanların yanına bırakıp da gidememe duygusu konuyor. Ama içe dolan, burna çekilen hep o en sevilen koku oluyor. Yaşamın kokusu ve sevdiklerimizin. Hayatın güzelliklerinin keşfi kendimizi ve etrafımızı mutlu edecek yolların keşfiyle eşdeğer oluyor çokça. İşte o zaman, özgür bir martı gelip oturuveriyor kucağınıza.
                  Yazacak çok şeyim olacak daha, inanıyorum. Yaşayacak da. Gökten düşürülen elmalar kalacaksa kucağımda ve eğer en kırmızı olanın tadı olacaksa damağımda ben yine hayatın müjdelerle gelen tanıklığını yapıyor olacağım. İçinde tüm sevdiklerimin olduğu bu hediyeyle ritmimin yettiği yere kadar dansediyor olacağım. Dizlerimdeki derman, kalbimdeki coşku, gözlerimdeki bahar pırıltıları, saçımın telindeki çiçekler, tenimi ışıldatan sevgiler olacaksınız her biriniz. Gönlüme aldığım aşk olacaksınız. Bir gün hakkın emrettiği yolculuğa çıkarken de tevekkülle ettiğim dualarım şükürle dolacak,  gözlerimde "iyi ki yaşadım" demenin huzuru olacak. 

***************************

GÖNLÜME ALDIĞIM SEVDA...BİR ÖMÜR, BİN BAYRAM
            Sınırların bile olduğundan habersiz bir avuç çocuk yaşardı bir zamanlar. Gökyüzü o küçücük bahçelerin üzerindekinden daha da kocamandı. Dünyadaki tüm çocukların sabah uyandıklarında gözlerindeki her günü yeniden keşifleri kadar merak dolu bakışları gibiydi, enerjik ve taze. Her çatının altında mutlu çocuklar uyuyor zannederlerdi. Her damakta yan evdeki Amerikalı çocuğun elindeki toz kakaonun o bilindik çikolata kokusu var diye düşünürlerdi. Masmavi kuşakla tam ortasından fiyonklar attıkları obur dünyanın her renge boyandığını hayallerler, pembeyi çocuklara yakıştırırlardı. Kurdukları salıncağın zincirleri, ipleri en uzunundandı. Bulutlara her yaklaştıklarında tüm çocuklara güneşi tutacak kadar yakın uçarlardı.
         Yaz akşam üzerleri pencerelerden seslenen annelerinin ellerinden yumurtalı peynirli kızarmış ekmek dilimleri yerlerdi bu çocuklar. Nisan´da tülden yapılmış kurdelelerle süslü bembeyaz elbiseleriyle çocuk bayramının heyecanına yatarlardı. Kaldırım kenarlarındaki suların kırağı tuttuğu kışlardaki bayramlarda ise tüm çikolatalı şekerlerin parlak kağıtları kadar ışıltılı en kırmızısından elbiseleri olurdu. Siyah ruganları her adımlarında "gırç gırç" diye ses çıkarttığında su toplayan parmaklarının sesi olurdu sanki. Bayram namazından dönen büyükleri olurdu. Telaşlarını, dudaklarının kenarına yerleştirdikleri gülüşlerde saklayan anneleri de. Sonradan tek tek boşalacak sandalyelerin dolu olduğu zamanlardı. Sofralarda en sıcak sevginin rayihasına karışmış nefeslerden çıkan şen kahkahaların atıldığı. Radyodan hep o şarkı çalardı. "Ver elini karlı dağlar aşalım, bayramlaşalım." Henüz bir ömre sığan o son bakışların yaşanmadığı, yılların hep öyle gideceğinin zannedildiği, değerli zamanların hiç unutulmayacak anılarıyla dolu. El öpmelerin en muhannetsizinin, değirmende çekilmiş mis gibi kahvenin ve misafir odasından yayılan limon kolonyasının kokusuna karıştığı zamanlar. Kimi zaman gramofondaki taş plaktan "yeşil ördek gibi daldım göllere, ne sen beni unut ne de ben seni" olurdu acılı bir baba bakışında, çoğu zaman da "söğüdün yaprağı narindir narin, içerim yanıyor dışarım serin, arefe gününde bayram ayında, elvan elvan güller koksun koynunda" diyen annelerin  sevdalarında kokan çocukları olurdu.
         Bilmezdi o zamanlar çocuklar o incecik sızıyla göz pınarlarına dolan inci tanelerinin kanlı gözyaşlarına dönüşebileceğini. Bilip anlayana kadar dünyayı, her renkten gökkuşağı gelmiş oturmuş sanırlardı karın boşluğundaki heyecanlarına. Ağızlarında eriyen şekerler gibi, annelerin kızarttığı ekmekler gibi zannederlerdi her lokmayı. Acıyı sadece dizlerinde açılmış yaralarda bilirlerdi. Ölümü hiç tanımazlardı. Sadece üzerlerine basmamak için zıpladıkları karıncaların yaşamda kalışları bile mutlu ederdi onları. Kaç bayram tüketti bu çocuklar, ömürden kaç bayram yediler bilinmez ama o upuzun olan, her sallanışta zincirleri olabildiğince açılan salıncakların ipleri kısalıyor artık. Fırçaların ucundaki boyalar da azalıyor. Pek öyle salçalı ekmek yiyen çocuk da kalmadı etrafta. "Karadır kaşların ferman yazdırır, bu aşk beni diyar diyar gezdirir" diyen babalar da. Koynuna girip sıcağında kaybolunmak istenen, o sonsuz güvenin bahşedildiği ana rahminin sahibi cennet analar da. Hep mavilerin, yeşillerin yakıştığı, üzerinde yaşayan her canlıya kucak açan kocaman dünya ölüm denen kanlı zalimle her gün yeniden başetmeye devam edecek. Artık zamanı az kalan çocuklar da koşacak yine kendi gökyüzlerinde. Sınırlar hiç kaybolmayacak belki. Grileşecek gitgide herşey belki de. Ama daima bir çiçeği öpecek çocuklar olacak, pembe, kırmızı, mor güllerin kokusu bulaşsın diye. Daima bir kuştan, böcekten, kelebekten bahsedecek çocuklar da olacak, kanatlarına binip uçabilsinler diye.
              Çünkü o çocukların hep en güzel sevgileri yaşatan aileleri olacak: "Her yaş aldığımda kendimi daha çok şair hissediyorum. Her yılın hüznü bir dize oluyor gönlüme. Şiirler yıllarda birikiyor, sanal kurgularda değil yüreklerde mısralar. Hani hep diyorsunuz ya sol yanım diye, sevdiklerinizi oturtuyorsunuz ya baş köşesine kalbinizin, yanlış. Kalp hep dışlayandır gelenleri. Ya temizlensin diye ya da temiz diye yollar. Hep bahanesi vardır. Sevdiklerinizi gönlünüze yerleştirin ki hep yanınızda hissedebilesiniz. Gönül, aldığını asla bırakmaz. Tanrı insana şah damarından yakınsa, gönül insanın şah damarıdır." diyen.
           Ah! O çocuklardık. Kırılan dökülenleri, incinip bükülenleri yerine koymaya çabaladık bir ömre sığdırdığımız bayramlarda. Kaç bayram yolcu ettik, daha kaçını karşılayabileceğiz bilinmez ama biz hep gönlümüze aldık tüm sevdaları, o sevdaları sığdırabildiğimiz kocaman ömürleri.

******************

SARMAŞIKLAR
 
                İnsanlar sarmaşık ekerler zamanla bahçelerine, bilerek ya da farkına varmadan. Çocuk adımlarının yasemin kokulu cennette koşturduğu yılları geride bıraktıklarının farkına vardıklarında, tutunacak dalları olsun diye hayatta. Kökleri sağlamdır sarmaşıkların, her zaman yeşil kalırlar. Yaprakları serttir, dayanıklıdır, her ortamda her durumda tutunurlar, sarılacak dal olurlar.
               Koyu gölgeler vardı gözbebeğine yerleşmiş. Upuzun haliyle ışıldadığı geçmiş yılların aksine, yeniden çıkan kısacık bembeyaz saçları olana kadar pembe bandanası ve kumral tenine giden bir peruğu en önemli aksesuarı olmuştu son bir yıldır. Unutmak istediği illeti hatırlatan bakışlarla karşılaşmak yerine, cesaret verenleri arıyordu gözleri. Geçen yazın üzerinden birlikte geçseler de elele, taş olmuş aynı yastığa koysalar da başlarını, biliyordu, çare bir tek kendindeydi. Uykularında gördüğü rüyalar da duruşunda olan dirayet kadar tam mıydı bilinmez ya da yarım kalacağından endişe ettiği sevinçleri kadar bölük pörçük müydü? Neyle savaşacağını bilecek kadar kahraman, sinsi düşmanını yenecek kadar akıllı, can suyunu ihmal etmeyecek kadar yaşam doluydu. Bedeninde, içinde olan bitenlerle başedebilmiş olmanın haklı gururu vardı kokusunda son aylarda. Ruhunu yeniden hazırlamıştı o tatlı meltemlere. Saçları yeniden uzayacak, fön çektirecekti. En cafcaflısından elbisesini giyip, ayağına topuklularını geçirecekti. Kollarına teslim edecekti kendini yeniden hayatın. Kahramanı olmuştu çünkü bu savaşın. Taa ki, "yeniden" diyene kadar. "Yeniden, hamle yaptı düşman" diyene kadar. Ama, hazırlıklıydı kadın herşeye.
                Adam ise naif gençlik yıllarının ardında dizeler bırakmış, varlığından habersiz geleceğine yazmış, gençliğinin en başı dumanlı zamanlarında daima bir ümit, bir bahar yeşertmiş. Bir masalsa yaşananlar, başlangıcı belli,  sonu hep umutlarla süslenmiş. Diline doladığı ıslık ömrünün sesi olmuş.
               " Ezelden ebede kadar,
                  Sallanacak beşiğim, anam usanmayacak hiç.
                  Bebeğim, çocuğum...Bir kuştan hafif
                  Ninnilerden şarkım,
                   Kelebekten sevgilim olacak.
                   Koklanıp koklanıpta tekrar
                   Duyulmayacağım, anam usanmayacak hiç
                   Bebeğim, çocuğum...Bir kuştan hafif
                    Ana döşünden sofram,
                    Ana kalbinden yârim olacak.
                    İnsan buğdayıyım, insan ekmeğiyim,
                    Büyümek istemesem de büyüttü zaman.
                    Bebeğim, çocuğum...Allaha yakın,
                    Maaşallahtan sarayım
                    İnşallahtan yarınım olacak."
            Beşiği sallandı, güneşte bahtını aradı. Bahardan gelip bahara giden her insan gibi. Sulanan her toprak gibi, toprakta can bulan gibi. Biri birine çiçek verip, sevgi verip, aşk verip, sevişip, yeni bir ruha can veren gibi.
           Var olduğu günden bu yana hiç şaşmamış insanoğlu. "Yaşamak ve yaşatmak" en içten, en anlaşılır, en gizemli, en zarif arzu olmuş. Sonu belli olsa da...Çoğu zaman bir umuda sığınıp yıkıvermek taşları, kayaları. Çoğu zaman da her gün yeniden inşa etmek, kolayca yıkılacağı bilinse de o kumdan kaleleri. Kimi zaman güneşle, yağmurla beslediklerimizle kimi zaman bir yaprakta gizlediklerimizle. Ama her zaman ön bahçede ekili dipdiri, capcanlı, yemyeşil bir sarmaşıkla. Hep tutunduklarımızla. Yolun sonundaki bahar dallarıyla dolu o sonsuz bahçeye kadar.

ÖMRÜMDEN DÖKÜLENLER
 
        Yıllara ne hükmümüz geçer ki! Geçecekse bir sözümüz gözümüzün bebeğine, taş döşeğimize, tıngır mıngır beşiğimize, tırnaklarımızla kanatarak deştiğimiz yüreğimize, kanırtarak kazıdığımız bedenimize, her bir telinden aşağı süzülen kırıklıklardaki kirpiğimize, söküp söküp yeniden yapıştırdığımız parçalarıyla ruhumuza geçer. Nedir ki bir yıl daha? Sündürülecekse pamuk ipliği, tırtıklanacaksa ucundan hayat, kemirilecekse bir yaşam.
       Kendime sözüm geçer, sadece kendime, bir ömürse ardından koştuğum...O kaçtı ben kovaladım, o durdu ben yakaladım. Taa pireler berber iken, develer tellal iken, ben kendi beşiğimi sallar iken. Bir arpa boyu yol da alsam, o yazdı yanılmadı, ben yaşadım yorulmadım. Bir küçücük fıçıcık içi dolu turşucuktu madem tuttum kavanoz dipli dünyanın kapağını kaldırdım. Zehir oldu dökülenler geri içine dolduramadım. Neylerse güzel eyler, kadir mevlam sabrını söyler. "Yanacaksa da yüreğim, papatyalar sereyim."  dedim, düştüm yola. Koşarken tepelerin ardında, uçarken bulutların arasında, ışırken yıldızların üzerinde, sessizce bağırdım: "Durdurun dünyayı inecek var!" O çaldı ben söyledim, ben söyledim o oynadı. "Nasılsa" dedim yol bir arpa boyu, "Bin sırtıma koşalım yol boyu." Ben yoruldum o itti, o yoruldu ben dürttüm. Bir de dönüp baktım ki bizim arpalar can bulmuş, bir başak tarlasına yol olmuş. Her başak bir güzellikle donanmış, ekiminde sağlık, mutluluk, sevgi olan tohumlar, bir yaşam olmuş, yeşermiş.
           Ah ömrüm, canım ömrüm! Eklendi eklendi de üstüne yıllar, "sevilesi", söylendi söylendi de ruhlar, "hoşgörülesi" dedin onlar. Ben seni nasıl sevmem cancağızım ömrüm. En yalın, dupduru halimin yoldaşı oldun. Aklımın, gönlümün sırdaşı oldun. Aşkımın, sevdamın yandaşı oldun. Sana baktım beni, içime döndüm seni gördüm. Ben senin güzelliğini, bir ölünün sıcak yatağında, bir hastanenin soğuk odasında sevdim. Gel yine beraber kanatlanıp uçalım. Önümüzde daha kaç yıl var, güneşi doğuralım. Bir nefes yetmez bazen, çok papatya koklayalım. İnce yağsın yağmurlar, altında ıslanalım. Bir fırtına tutacak olsa da, savrulalım. Aşkın o en masum ateşinde yanalım. Hayatın sevdası kavururken gönülleri, su olalım, akalım. Ben sana canım dedim, canımı yoluna serdim, sen bana erken geldin, günler, yıllar da neymiş ben seni sevdim, hoş geldin. Zamanımız ne kadar bilinmez...Sonsuza dek sürüyorsa yaşam, sana geçer hükmüm, sana sözdür sevdam. Her sonsuzluğun ucundaysa o ışık, biliyorum yok zaman. Ben hep sana aşık, hep benle kal ey ömrüm!
          Bir masalsa anlatılanlar, kısmetinizde olsun en nadide elmalar. Gidilecek yolda süslenecekse yaşamlar, benden size bembeyaz papatyalar. Yepyeni bir yılda daha edilecekse dualar, gönülden geçecek her dileğe eşlik etsin melekler. Ömür sizin, karar da... Fenalığın kol gezdiği bir dünyada iyilikten yana olan tercihlerinizin alı pulu, sevgiyle açılan kollarınızın kurbanı, mutluluktan yana olan gülüşlerinizin gamzesi, güzelden yana bakan gözlerinizin ışığı olayım. Sağlıklı olmaktan yanaysa nefesleriniz her birine can, hayırdan yanaysa dilekleriniz oldurmak için şans, barıştan yanaysa çözümleriniz zeytin dalını taşıyan güvercin olayım. Huzurdan yanaysa arayışlarınız sükunetiniz, aşktan yanaysa gönülleriniz yanan yüreğinize su, dürüstlükten yanaysa aklınız yoldaşınız olayım. Her yeni yılda ömrünüze katılacakları çoğaltayım.

***************

MAVİ GÖKLERDEKİ HÜR ADAM   
         Elinde kırmızı fuları, yüzünde sıcacık bir gülümseme ile bana sarıldığında heyecanımı hissetmiş olmalı ki, çocukluğumdan beri kulağıma söylenen "Zeynebim" türküsünü söylemeye başlayınca, beni gönül evimden etkiledi. Röportaj boyunca da böyle hitap edince, hayatımın en kıymetli anlarını yaşadığım o dakikalarda kendisine bir kez daha bu türküyü söylemesini rica etme cüretinde bulunduğumda kırmadı beni. Tarihin bu çok önemli tanığının çok güzel izler bırakarak geldiği yılları kendinden dinliyor olmak da muazzam mutluluk verdi. Hattat, ressam, gazeteci, Atatürk´ün Gençliğe Hitabesi ve İstiklal Marşı´nın yazımını yapan, Atatürk´ün Nutuk adlı eserini kaligrafik olarak yazan, Anıtkabir´in inşası sırasında kitabelerin yazımında büyük emeği geçen, o meşhur Atatürk portresini yapan, Atatürk´ün imzasını stilize eden ve Kuran-ı Kerim´in Türkçe mealini yeni yazı ile yazan sanatçı sayın Etem Çalışkan´a bana ve  gazetemiz Yeni Adana´ya ayırdığı değerli zaman için çok teşekkür ediyorum.
 
ZEYNEP KURAL     : 1928 yılında Tarsus´un Göçük köyünde doğmuşsunuz. Çocukluğunuzun geçtiği yıllarda yaşamınızı yönlendiren şartlar nelerdi? Yazıyla ve resimle ilk tanıştığınızdaki duygularınızı öğrenmek isterim.
ETEM ÇALIŞKAN   :   Anadolu´nun paylaşıldığı, işgal altında olduğu yılları ve kurtuluş mücadelesini dedemden dinledim. Kendisi Kuvayi Milliyeciydi. Şimşek Müfrezesi kumandanıydı. Köyümüzde Çanakkale´den kalma şehit çocukları ve  gaziler vardı. Anadolu´nun pek çok yeri gibi yoksulluk da vardı. Yazı Devrimi´nin yapıldığı yıl doğmuş olmam da ayrıca çok güzel bir tesadüf gibi. Köyümüzde okur-yazar oranı yok denecek kadar azdı. Etrafımda atlar, horozlar, tarlalar, çitler vardı. Dedem, Tarsus´a her gidenden gazete ister, köyün öğretmenine okutur, dinlerdi. Bu şartlarda karatahtanın başına geçtiğimde çizgi ses verdi bana. A, B, C, mucize gibi geldi sanki. İlk onları çizdim. Yaratılıştandı, ne beni destekleyen oldu ne de yön veren, güzel çiziyordum. Yaşamımda var olan herşeyi çiziyordum. Atatürk, doğa, atlar, horozlar.
ZEYNEP KURAL       :  Güzel Sanatlar Akademisi´ne uzanan yaratıcılığınızı farkettiğiniz zamanı paylaşabilir misiniz bizlerle.
ETEM ÇALIŞKAN     :  Güzel sanatları bilen yok o yıllarda. Bendeki güzel yazı ve resim de gelişiyordu. Farklı olduğumun farkında bile değildim. Öylesine hevesliyim ki renkleri katıyordum hayatıma. Mavi kullandım önce, kırmızı, siyah. Yazılarımı, resimlerimi saklarmış öğretmenlerim, sonradan öğrendim bunu, çok mutlu oldum. Ne yaptımsa kendim yaptım. Destek olan olmadı ama en güzeli de engel olan da olmadı. Öyle tatlı çileler yaşadım ki bunlar benim yalnızlığım oldu. Kendimi yalnız hissetmem beni hür yaptı. Yaşamayı sevmem, yaşamımdan şikayetçi olmamam, kalabalıkla dolu etrafımda çok geniş bir yalnızlık içinde olmam beni öylesine hür bir adam yaptı ki kendimi akademinin kapısında buldum.
ZEYNEP KURAL        : Mitolojide bilgeliğin ve sanatın simgesi sayılan baykuş, Güzel Sanatlar Akademisi´nin de amblemi aynı zamanda. O meşhur öykünüzdeki baykuşa yaratıcılığınızı yaşamınızdaki tüm güzelliklere taşıyan bir semboldür diyebilir miyiz? 
ETEM ÇALIŞKAN      : Elbette. Bu baykuş öyküsünü bu sebeple anlatırım. Bana hep Güzel Sanatlar Akademisi´ne nasıl başladığımı sorarlardı. Ben de onlara çocukluğumda tarlamızdaki ağaca yuva yapan baykuşu ve yavrularını çok sevip, koruduğumu söylerdim. Ve bir gün anne baykuşun beni kanatlarına alıp akademinin kapısına bıraktığını anlatırdım. Bir düşüncenin simgesiydi tabii bu, bir idealin. Bir sanatçı için bir ülkenin en önemli yapıtındaki yazıtları yazmak, ulaşılmak istenen bir idealdir. Bu ideale ulaştırmış beni yaşam. Bir plan, bir kurgu olmaksızın yaratılış beni bu güzelliklere taşımış.
ZEYNEP KURAL        : Akademi yıllarınız ve Anıtkabir kitabelerinin yazımındaki çalışmalarınız sırasında bu ruhla neler hissettiniz?
ETEM ÇALIŞKAN      : Rahmetli Emin Barın Hocam Türkiye´nin ilk yeni yazı hocasıydı. Hasan Ali Yücel tarafından Almanya´ya gönderilmiş eğitimini aldıktan sonra tekrar yurda dönmüş. 2. sınıftayken afiş atölyesini seçtim ben de. Haftada bir gün yazı dersi vardı, hocası da Emin Barın´dı. Yazının ilk ve en büyük adamı. Onun yanında son nefesini verinceye kadar çıraklık yapmış olmaktan o kadar gururluyum ki. Okul dışında da hep onunla vakit geçiriyordum. Cağaloğlu´nda küçücük bir atölyesi vardı. Bir odası kitap cildi atölyesiydi. Bugün biz hala ayda bir toplanırız o atölyede. "Bu yaz köye gitmeyeceksin Etem, seninle Anıtkabir´in yazılarını yazacağız." dediğinde çok mutlu olmuştum. Anıtkabir´in yapımı devam ediyordu halihazırda, uluslararası yarışmalar yapılıyor, projeler değerlendiriliyor, mimarisi oluşturulmaya çalışılıyordu. Bir kurul tarafından Atatürk´ün cümleleri özenle seçilmiş, yazmamız için bize verilmişti. İsimleri ayrı ayrı kulelerin içindeki her yazı belli bir konuyla ilgili olarak uzun ve titiz bir çalışma sonucu hazırlanıyordu. Emin Hocam önderim ben onun yardımcısı kitabeleri hazırlamaya başladık. Kağıtlara, kalıplara, harflerin büyüklüklerine, hesaplarına kadar özenle çalıştık. Atatürk´ün toprağa konulduğu yere bırakılan ölüm tutanağını da Emin Hocam yazdı bir deri üzerine. Gümüş bir muhafazaya konan bu tutanakla toprağa konan yere birlikte indik ve tutanağı yetkililere teslim ettik. Anıtkabir, mozaik yapısıyla, heykelleriyle, kabartmalarıyla, yazıtlarıyla bir sanat müzesidir. Bir devletin sembolüdür.
ZEYNEP KURAL        : Hepimiz gururla taşıyoruz sizin emeğiniz olan Atatürk Portresi´ni ve stilize ettiğiniz imzasını.
ETEM ÇALIŞKAN      : Sizler böyle söyleyince gök mavileşiyor, Atatürk´ün emanetçilerine kendimi doğru ifade ettiğim için mutlu oluyorum. Ben gazeteciliğe 1954 yılında Yeni Sabah´ta başladım. Aynı zamanda öğrenciliğim de devam ediyordu. Yıllar ilerlerken ilk tam sayfa çizgilerim Akşam gazetesinde yayımlandı. 1962-1969 yılları arasında da Milliyet´teydim. O dönemlerde pek çok Atatürk resmi yaptım. Milli Bayramlarda, 10-Kasım´larda çok anlamlı paylaşımlar yapılırdı, her çalıştığım gazetede bu Atatürk resimleri yayımlanırdı. En kalıcı olan bu portre oldu. Atatürk, Mustafa Kemal, Gazi Mustafa Kemal ve Kemal Atatürk diye üç imza atmış. Ben bütün bu imzalardan ortak bir imza çıkardım ve bunu stilize ederek ilk defa bu portrenin altında kullandım. Bugün bu imzanın portreden ayrı tek başına her yerde kullanılıyor olmasına ayrıca seviniyorum. "Ne mutlu Türk´üm diyene, armağan olsun Türk milletine, cumhuriyete."
ZEYNEP KURAL       : Yeni nesile özellikle söyleyecekleriniz vardır diye düşünüyorum.
ETEM ÇALIŞKAN     : Geldim, gördüm, yaşadım, gidiyorum. Sanatçılardaki mücadele gücü ve sanattaki yaratıcılık yaşam felsefem oldu. Toroslardaki, Adana-Ankara arasındaki Gülek Boğazı´na kadar olan yola biz, "Uluyol" derdik. O yol yapımında çalışırlardı köylüler, taş kırarlardı. Yol vergisini ödeyemeyen bu insanlar yol yapımında namusuyla, emeğiyle, alın teriyle ekmek parası kazanırlardı. Yaptıkları işi kendi işleri gibi benimserlerdi insanlar o zamanlar. Tarlada çalışanlar topladıkları ürünleri sanki kendisininmiş gibi toplarlar, kendisini ısıran sinek sanki sinek değil de aşk kelebeğiymiş gibi görürlerdi. Öylesine bir sahiplenme vardı yani. Ben de çocuk aklımla bizim eşeğin heybesine karpuz koyar onlara götürürdüm, sevinirdim iyi bir şey yaptığım için. İşte bir Orhan Kemal, Aşık Veysel, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal da kendilerinden, bizden olanı anlatmış eserlerinde. Bir Fransız ressam olan Gustave Courbet de veya Van Gogh da kendilerinden olanı anlatmışlar yaptıklarında. Emeği ve insanı. Duygularını, düşüncelerini, dünyayı sanatlarına katmışlar yılmadan, yorulmadan, yollarından dönmeden. "Erenlerin yolları inceden inceymiş, Süleyman´a yol kesen şol bir karınca imiş." diyor Yunus Emre. O karınca gibi, hile hurda bilmeyen arı gibi yaşamalı, doğru olanı yaşamalı. Hiç bir bilgi kitaptaki kadar doğru ve güzel olamaz. Hiç bir koku kitap kokusu, mürekkep kokusu, mine çiçeği kokusu kadar güzel olamaz. Bulutların her bir hareketi, gökyüzündeki yıldızlar, samanyolu, Kervankıran, yedi kardeşler ve ay. Hepsi dünya döndüğü için var. Doğanın bu sistemli dengesinde ayakta olmak, hayatta olmak, farkında olmak, yaratılıştan geleni kullanmak, kitabın, sanatın, okumanın, çalışmanın güzelliğini yaşamak olmalı hayattaki önceliğimiz ve amacımız. Gün 24 saat, herkes yaşamalı.   

***********

KARNAVAL COŞKUSU
 
          Ali Haydar Bozkurt´u tanıdığımda lise yıllarımdaydım. Okulumuza alınan ilk erkek öğrencilerden biriydi. Yıllarca çok güzel bir dostluk ve kardeşlik örneği yaşadık. Pek çok hayali vardı. Gerçekleştirmek için dopdolu bir aklı, yüreği ve ruhu vardı. İşte en güzellerinden birine de hepimiz tanık olduk. Tüm Adana, hatta tüm Türkiye. Aynı coşkuyla sahip çıktığımız her güzellikte olduğu gibi bu yaşananlar bize bir kez daha gösterdi ki, bir olunca yaşanacak çok güzellik var. Aşağıda onunla yapmış olduğum  röportaj var. Dinlemeye, anlamaya, yaşamaya ve yaşatmaya devam edeceğiz hep beraber. Teşekkürler canım kardeşim.

Portakal Çiçeği Karnavalı düşüncesi ilk önce nasıl oluştu? 

Adana ve Adana ile ilgili anılarım tam ortasında yer alır kentin kimyasını değiştiren portakal çiçeklerinin kokusu.  Aksatmadan her Nisan gerçekleştirdiğim Adana ziyareti sonunda, yani portakal çiçekleri dökülüp meyveye dönüşürken, bir sene sonrasının planlarını yapmaya başlarım... İstedim ki tüm insanlar renk cümbüşü içinde o kokunun tadını çıkarsın ve her yıl Nisan´da Adana´da bir araya gelip o anları birlikte yaşasınlar. 
Bu güzellikleri herkesin yaşaması için ne yapmalıyım, nasıl yapmalıyım diye çok düşündüm. Bence Adana mutlaka bir Portakal Çiçeği Etkinliği düzenlemeliydi. Ama öyle bildiğimiz anlamda klasik bir festival olmamalıydı bu. Bir sokak karnavalı mesela... Türkiye´nin her yerinden insanlar gelmeliydi karnaval boyunca Adana´ya... Sokaklar, o benzersiz portakal çiçeklerinin kokusu eşliğinde konserlere sahne olmalı, sanatçılar en beğenilen eserlerini sergilemeli, ressamlar tuvallerini sokaklara kurmalı, yazarlar kitaplarını caddelerde imzalamalı, tiyatrolar sokağa taşınmalı gibi?

Bu hayal gerçekleştirilmek üzere şekil aldığında hedeflenen amaç ne idi?

Bu yıl 2´ncisini düzenlediğimiz ?Portakal Çiçeği Karnavalı? ile öncelikli amacımız; Adana halkına malolacak ve her yıl gelenekselleşerek büyüyecek bir karnaval gerçekleştirmektir. Bu oluşumda herhangi bir ticari veya siyasi çıkar amacı olmaması gerektiğinin altını ilk günden itibaren çizdik ve bu anlayışı korumaya da ısrarla devam edeceğiz. Tüm ekip arkadaşlarım, böylesine önemli ve Adana´ya ve Adana halkına ekonomik ve sosyal moral katkısı sağlayacak bu projenin önümüzdeki yıllarda sadece Türkiye´de değil, tüm dünyada yankı bulmasını sağlanması düşüncesindedir.

Bu projeye katkısı olacak gönüllülerin başında yer alacağı düşünülen Adanalılara projenin tanıtımında görev alan ekip nasıl oluşturuldu? Çünkü önce Adananın ve Adanalıların buna inanması ve gönül vermesi gerekiyordu. Bu anlamda ekip kurmak da çok önemlidir diye düşünüyorum.

Adana halkına malolacak ve her yıl gelenekselleşerek büyüyecek bir karnaval gerçekleştirme hedefiyle yola çıktığımızda çekirdek bir ekibimiz vardı. Bu ekip her geçen gün büyüdü. Bu oluşumda herhangi bir ticari veya siyasi çıkar amacı olmaması gerektiğinin altını ilk günden itibaren çizdik ve bu anlayışı korumaya da ısrarla devam edeceğiz. Ve bu düşünceden hareketle bizce; her yıl Nisan´da Adana´ya yüz binlerce belki milyonlarca insanın gelmesini sağlayacak karnaval organizasyonun tek gerçek sahibi de tartışmasız Adana halkı olmalıdır. Nisan´da Adana´da komitesini oluşturan kişiler de dahil olmak üzere, tüm kişiler geçicidir. Ancak Nisan´da Adana´da - Portakal Çiçeği Karnavalı bundan sonra binlerce yıl bir çeşit Hıdrellez kutlaması gibi her Nisan´da Adana´da kutlanması ve gelenekselleşmesi en büyük gayemizdir.

Önümüzdeki bir kaç yıl içerisinde bu oluşumun Adana Halkı ve yerel yönetimler ile organize edilen bir oluşum haline dönüştüğünü gurur ve mutlulukla izlemek istiyorum.

Tanıtım çalışmalarında bürokratik desteğe hayallerini anlattığında ne gibi bakış açısıyla karşılaştın? Tanıtım çalışmalarında ünlülere bu projeyi anlattığında ne gibi bakış açısıyla karşılaştın? Tanıtım çalışmalarında Adanalılara bu projeyi anlattığında ne gibi bakış açısıyla karşılaştın?

 İlk karnavalımıza Adanalılar başta olmak üzere herkesin sevdiği çok değerli sanatçılar, basın mensupları, yerel ve mülki idareler, Adana´ya gönül veren sivil toplum kuruluşlarının üst düzey yöneticileri ve işadamları desteklerini esirgemediler. Sosyal medya da dahil olmak üzere tüm mecralarda yer alarak milyonlarca kişinin bu karnavalın farkında olmasını sağladık. 

Karnaval programı çok büyük katılım, beğeni ve coşkuyla gerçekleştiği ilk yıl sende ne gibi duygular oluşturdu?

Belirttiğim gibi portakal çiçeğinin bendeki yeri çok ayrı. Nerede olursam olayım o kokuyu unutmam mümkün değil. Bana bunu soranlara şöyle diyorum kısaca ?Portakal ağaçları, büyülü kokusuyla insanı hemen etkisi altına alıverir? Ruhunuz yıkanır? Gençleşirsiniz? Arınırsınız? İnsanın içinde birçok şeye yeniden başlayabilme enerjisi yaratır? Bu duygular içindeydim ve bu duyguları belirttiğim gibi herkesin yaşamasını istiyordum. Geçtiğimiz sene ilkini düzenlediğimizde Adana halkının bakışı ne olacak diye çok düşünmüştük. Korteje, etkinliklere katılacaklar mıydı? Bu merakı taşıyorduk. Kortej ve etkinliklerin başlama günü gelip çattığında anladık ki iyi bir yolda yürüyoruz. Adanalıların Korteje olan ilgisi ve etkinliklere katılımı en üst düzeyde gerçekleşti. Emniyet verilerine göre 15 bin kişi birlikte elele yürüdü. Bu durum beni çok duygulandırdı ve birşeyleri başarmış olmanın rahatlığını getirdi. Ve tüm ekibimizi çok duygulandırdı.

Bu yıl için yapılması düşünenlerde eksikler veya olması istenenler yerini buldu mu? Bu yıl yapılan etkinlikler çerçevesinde herşey daha oturmuş ve beklentiler yükselmiş gibi miydi?

Böylesine büyük bir organizasyon düzenlendiğinde mutlaka eksiklikler olacaktır. Bu kaçınılmaz. Bir önceki seneye göre daha organize bir karnaval geçirdik. Önümüzdeki sene mutlaka daha da iyi olacaktır. Tabiki halkımızın beklentisi her karnavalda yükseliyor. Bu yıl ki karnavalımızda 85´den fazla etkinlik gerçekleştirildi. Geçen seneye oranla 3 kat arttı. Karnaval programımızda şehrin çeşitli yerlerinde sokak gösterileri, sergiler ve sanatsal aktiviteler ile dolu dolu programlar yer aldı. Her şeyden öte Adana halkı imece usulüyle yoğun ve birbirinden renkli aktiviteler ile katılım sağladı. Kentte birçok noktada halkımızın katılımıyla farklı etkinlikler düzenledik. Karnavalı  bir kortej yürüyüşü bir konser ile sonlandırmadık. . Her beğeniye uygun etkinlikler planladık ve her beğeniye uygun, insanların kendilerinden birşeyler bulacağı aktiviteler oldu bunlar.

Önümüzdeki yıllar için çok büyük adımlar atılmış bu karnavala daha ne gibi ilaveler yapmayı düşünüyorsun? İlk aklıma gelen uluslararası bağlantıları kuvvetlendirip, şehrimize yönlendirmek olabilir mi?

Öncelikle karnaval süresinin 1 haftaya çıkarılması yönünde istekler sıkça dillendirilmeye başlandı. Bu tabi ki çok yoğun bir uğraşı ve destekleri gerektiriyor. Uzun vadede uluslararası arenada Adana markasını oluşturmak ve yabancı turistlerin öncelikli olarak Adana´yı tercih etmelerini sağlayarak Adana´nın ekonomisine büyük bir katkı sağlamak düşüncesini taşıyoruz
İlerleyen yıllarda Adana olarak amacımız karnavalı uluslararası boyuta ulaştırarak yeni bir turizm olgusunu sunmak olmalıdır. Hatta bu durum şimdiden başladı bile. Yurtdışından karnavalımıza hem aktivite hem de ziyaretçi olarak katılmak isteyen çok sayıda ülke vatandaşı oldu. Dünyanın heryerinden yüzbinlerce insanın nisan ayında sokakları portakal kokan Adana´ya gelmeleri ve bu dönemde Adana´da olmalarını sağlamak istiyorum. Kiraz ağacı görmek için Japonya´ya her yıl yüzbinlerce insan gidiyorsa neden bize gelmesinler? Böylece binlerce insanın Adana´daki bu mucizeye tanıklık etmesini sağlamak ve Adana´yı bir marka kent yapmak istiyoruz.

Uzun soluklu olması istenen bu karnavalın etkinliği düşünüldüğünde destek (belediyeler, valilik anlamında) görülmesi gereken her alandan yeterli destek alındı mı?

Elbette ki, böylesine büyük organizasyonlarda yerel yönetimlerin himayesi çok gerekli ve önemlidir. Bize göre bu karnavalın organizasyonunda Adana Valiliği, Büyükşehir Belediyesi ve tüm ilçe belediyeleri, Adana Emniyet Müdürlüğü başta olmak üzere tüm kurum ve kuruluşların sahiplenmesi, destek vermesi, hatta liderlik etmesiyle bu karnavalın her yıl yapılması yönünde atılacak en büyük adımdır.

Ancak bu yıl, yerel seçimler ile aynı zamana denk gelmesi nedeniyle, karnavalımızın istenerek veya istenmeyerek, herhangi bir şekilde siyasi gelişmelerle ilişkilendirilmemesi için, sadece bu yıla özel olmak üzere hiçbir belediye ile iletişim içerisinde olmama kararı almıştık. Seçimler sonrasında ise Adana Valisi Hüseyin Avni Coş, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü, Seyhan Belediye Başkanı Zeydan Karalar, Çukurova İlçe Belediye Başkanı Soner Çetin, Sarıçam Belediye Başkanı Bilal Uludağ ve Yüreğir Belediye Başkanı Mahmut Çelikcan mevcut koşullar içinde desteklerini esirgemediler.

Bunun yanında Adana´ya gelerek bizlere destek olan Erol Büyükburç, Erkan Petekkaya, Ayşe Arman, İpek Tuzcuoğlu, Keremcem, Turgut Kazan, Faruk Tınaz, Ceyhun Yılmaz, Hatice Aslan, Atilla Özdemiroğlu, Mehmet Turgut, Arif Keskiner, Melike Güner, Nur Fettahoğlu, Nebil Özgentürk, Mansur Beyazyürek, Seda Güven, Aytaç Arman, Emre Karayel, Altan Gördüm, Ece Vahapoğlu, Ertuğrul Ateş, Ali Haydar Bozkurt, Emre Özpeynirci ve Timur Savcı´ya da ayrıca teşekkür etmek istiyorum.

Adana´yla ilgili düşüncelerin neler? Bu projenin Adana´daki yapılacak yatırımlara katkısı olacak mı?

17 yıldır da İstanbul´da yaşıyorum ama kendimi ait hissettiğim yer Adana çünkü çocukluk anılarım burada geçti. Belki de yaşadığım birçok önemli, güzel anda mutlaka bir ucundan kıyısından portakal çiçekleri bağlantısı var. İnsan zihni kokuyu unutmazmış. En büyük hatırlatıcı öğelerden biri kokuymuş. Bir eve gidersiniz bir koku hissedersiniz mesela anneannenizin evini hatırlarsınız! Bu da öyle işte? Hem kokusu güzel hem de bana hatırlattıklarıyla çok özel ve güzel? Paylaştığım anılarımda portakal çiçeği kokusu var? Beni çeken tarafları ve Adanalıyım dememin özünde bunlar yatıyor.

Adana´nın kendine has kültürü, doğal ve tarihi dokusu, insanları ve ticari potansiyeli gibi birçok şeye aynı anda sahip olmasına karşın turizm hareketinden yeterince pay aldığını söylemek aslında zor. Bu durumu tersine çevirmek için Adanalı olsun olmasın herkesin bir şeyler yapması gerekiyor. Turizm hareketliliği artık klasik anlamını terk ederek farklılaşmaya başladı. Bu Adana için bir şanstır. Adana´yı bir ?marka şehir? yapmak hedefindeyiz. Bu ve bunun gibi etkinlikler ile Adana bir marka olma yolunda hızla ilerlemektedir. Gerek Portakal Çiçeği Karnavalı gerekse de kentimizde düzenlenen kültürel etkinlikler bu duruma direk katkı yapıyor.

Gerek bir tarım ve gerekse de gün geçtikçe gelişen bir sanayi kenti olarak Adana bir cazibe merkezi olma yolunda hızla ilerliyor. Bu açıdan bakıldığında ulaşım yolları avantajı, konumu ve insan gücü ile Adana her türlü yatırıma hazır bir kent. 

***********

BÜYÜLÜ PERDE VE ALTINKOZA
           Festivaller, yarışmalar, karnavallar toplumlara, şehirlere, ülkelere birarada olmanın, aynı coşkuyu hissediyor olmanın duygusunu yaşatan en önemli, güzel, renkli organizasyonlardır bana göre. Fikir aşamasında, oluşumunda, hayata geçirilişinde ciddi emek ister. Ortaya çıktıktan sonraki beğeni ve takdirler de ödülü olur ve kuvvetlenmesine, daha da büyümesine destek olur. Öyle ki ben çoğu zaman bir gökkuşağına benzetirim bu festivalleri. Şehrin üzerinde öyle bir belirir ki, rengarenk, altına geçip yakalamak isteyiveririm. Üzerine yıldızlar kondururum. Her bir yıldızı Adana´nın sarı sıcak toprağını koklamış bir sanatçı olarak düşlerim.
          Geçen sene ilkbaharda tanıştım Aslı Selçuk´la. Altınkoza Film Festivali´nin danışmanlarından kendisi. Aynı zamanda akademisyen, yazar, sinemada yönetmen yardımcılığı yapmış, Cumhuriyet Gazetesi´nde film eleştirileriyle ilgili yazılarının olduğu köşesi var. Türk karikatürünün duayeni, "Abdulcanbaz"´ın yaratıcısı Turhan Selçuk ve Hababam Sınıfı kitabı ile ünlenmiş usta yazar Rıfat Ilgaz sergisi öncesi tanıştık. Ben son derece heyecanlıyım tabii. Kendisi ise muazzam birikimine, bilgi ve hayat görüşüne çok yakışan bir alçakgönüllülük ve zerafet içinde. Ardından Altınkoza Film Festivali hazırlıkları kapsamında yeniden geldiğinde Adana´ya, kibarlık gösterip beni de davet etti, açılıştaki, kapanıştaki törenlere, film gösterimlerine, ödül törenine ve nihayet tüm sinema camiasının katıldığı kapanıştaki kokteyle. En gencinden en deneyimlisine emeği geçen, coşkusu yüzüne yansıyan bu kadar yakından ilk defa görebildiğim, dokunacak kadar yakın bir mesafeden sohbet edebileceğim onlarca sanatçı, yönetmen, genç sinemacı, eleştirmen arasında öylesine büyülenmişim ki, izliyorum onları sadece. Hatta bir ara öyle bir an geldi ki, Yekta Kopan´ın etrafına birikmiş genç yönetmenler sohbet ediyorlarken aynı masa etrafında toplanıvermişiz farkında olmadan. Sessiz izlediğimi gören, gencecik, pırıl pırıl, kızımın okulunda tıp eğitimi alırken bir süreliğine ara verip yönettiği filme zaman ayıran bir genç yönetmen bana soruvermez mi herhangi bir filmde yönetmen yardımcılığı yapıp yapmadığımı, gecenin hoş bir anısı olarak kaldı bende tabii. Bu sene yaz başında yeniden birlikte olduk sıcak ve dost bir yemekte Aslı Hanımla ve bu emeğe ortak olmuş, yılların eğitimini, bilgisini değerlendiren pırıl pırıl bir genç, Mehmet Emin Arıcı ile. Heyecanları yine doruktaydı. Dostluk, Adana ve festival kokan sıcak, samimi bir sohbetti. Emeği  geçen herkese bir kez daha burdan teşekkürü de borç biliyorum, bizleri, şehrimizi böylesine güzel festivallerle taçlandırdıkları için.
                    Bu sene 21. yaşını kutlayacak Adana Uluslararası Altınkoza Film Festivali. 15-21 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek ve bu yıl Türk Sinema´sının 100.yılı konsepti esas alınacak. Reha Erdem´in jüri başkanlığında değerlendirilecek 12 film yarışacak. Uzun metraj yanında, son yıllarda daha da  ilgi toplayan kısa metrajlı filmler de yarışacak festivalde. "Ulusal Öğrenci Filmleri" ve "Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması" başlığında değerlenecek bu filmler. Usta yazar Orhan Kemal´in 100. yılı anısına onun eserlerinden sinemaya aktarılan filmler özel gösterime girecek. Tuncel Kurtiz ve Çolpan İlhan unutulmaz filmleriyle anılacak. Ayrıca bu yıl, "Üç Ülke Üç Film" kapsamında Türki devletlerin filmleri seyirciyle buluşacak. Bir önemli bölüm de dünya gündemine damgasını vuran önemli olaylar belgesel filmler olarak sunulacak. Filmlerin, yarışmanın dışında başkaca pek çok etkinliğin, konserlerin de olacağı festivalde yine bu sene, üç önemli sergi açılışı da yapılacak. Küratörlüğünü Aslı Selçuk Ve Mehmet Emin Arıcı´nın üstlendiği, Türk Sineması´nın 1914´ten bu tarafa maceralarını anlatan "Türk Sineması 100 Yaşında" sergisi, küratörlüğünü Mehmet Emin Arıcı´nın üstlendiği, "Orhan Kemal 100 Yaşında" sergisi ve yine küratörlüğünü Mehmet Emin Arıcı´nın üstlendiği, "Yılmaz Güney ve Sinema" sergisi açılışı yapılacak.
                 Yarın Adana yine o sıcacık, bembeyaz kozanın eşlik ettiği bir gökkuşağını yakalayacak. Ulusal ve uluslararası misafirlerimiz olacak. Hadi gelin hep birlikte bu rengarenk yelpazenin altında birlikte bir dilek tutalım. İçinde şehrimiz olsun, Adanamız olsun, ülkemiz olsun. Hep yenilerinin, daha güzellerinin parladığı yüzlerce yıldız düşsün tepemizden aşağıya, her biri hepimizin başına.

**************

ADANA´DA SANAT DOLU GÜNLER
 
          Adana´nın düşman işgalinden kurtuluşunu kutladığımız böyle bir günde vaktiyle kurtuluş için yapılan mücadelenin idrakinde olan ve günümüzde de kültürel erozyondan kurtuluşun mücadelesinin çok önemli olduğuna inanan bir Adanalı olarak, sanat ve kültür merkezi olma yönünde atılan adımların ve yoğun çabaların müjdesini veriyor olmak bugün çok anlamlı geldi bana. Sanatın zenginliğinin ve kültürel çeşitliliğin bereketle harmanlandığı tarihin izlerinin, değerlerinin var edilmeye çalışıldığı, sahip çıkılmaya özenildiği böyle zamanların, toprağını çok seven tüm Adanalılar için haklı bir mutluluk ve gurur kaynağı olacağından da hiç şüphem yok.
 
       Yıllardır özlemini duyduğumuz, sanatsal ve kültürel anlamda çalışmaların adımlarının ve çabalarının sonucu olarak "Orhan Kemal Kültür Merkezi ve Turhan Selçuk Sanat Okulu"nun açılışını şehrimiz için büyük bir kazanç olarak görüyorum. Aynı topraklar üzerinde doğmuş, büyümüş, aynı havayı koklamış olduğumuz için gurur duyduğum üstadlarımız Orhan Kemal ve Turhan Selçuk´un anılarını yaşatacak, kültüre, sanata hizmet edecek böyle anlamlı bir buluşmanın yaratılmasına emeği geçen herkese de sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Edebiyatımızın önemli kalemlerinden hemşehrimiz Orhan Kemal´in oğlu Işık Öğütçü´nün ve Türk karikatürünün en önemli isimlerinden Turhan Selçuk´un kızı Aslı Selçuk´un yoğun çabalarıyla hayat bulan bu proje öncelikle Adana´nın ardından da tüm Çukurova´nın can bulacağı bir kaynak olacaktır. Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu´nun önerileriyle, Çukurova Belediyesi´nin desteğiyle gerçekleşen bir kültür merkezi ve sanat okulunun açılıyor olması şehrimize her anlamda taze bir kan ve nefes olacaktır. Açılış etkinlikleri kapsamında Orhan Kemal Kültür Merkezi´nin hemen yanında yer alan binada ise Türk karikatürünün en önemli isimlerinden Turhan Selçuk´un adının verildiği sanat okulunun da açılışı gerçekleşecektir. Orhan Kemal Kültür Merkezi, üç sergi salonu, 600 kişilik tiyatro salonu ile birlikte Turhan Selçuk Sanat Okulu´ndan oluşmaktadır. Açılışta Çukurova sevdalıları Çukurova´da buluşacaktır. Kültür Merkezi´nin fuayesinde Orhan Kemal´in yakın dostu, gazeteci, yazar, ressam Fikret Otyam, eşi Filiz Otyam ile birlikte K. Atatürk imzasını resimleştirerek şu an kullanmakta olduğumuz K. Atatürk imzasının yaratıcısı Etem Çalışkan ile birlikte bu üç önemli isim "Orhan Kemal´e Selam" adlı sergiyi açacaklardır. Turhan Selçuk Sanat Okulu´nun sergi alanında ise usta Turhan Selçuk´un "Söz Çizginin" sergisi sanatseverlerle buluşacaktır. Etkinlikte Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu üyeleri, Adanalı Ressamlar Topluluğu (ART) üyeleri ve Mesut Dikel´den oluşan karma bir serginin de aynı gün açılışı gerçekleşecektir. Bu önemli sergilerin yanısıra Orhan Kemal Kültür Merkezi´nin içerisinde yer alan tiyatro salonunda ise Adana Kültür Sanat Derneği üyelerinden Nazan Arabacı Balcı, Sevinç Kökenler ve Halit Gökmen, Orhan Kemal şiirlerinden oluşan bir sunum gerçekleştireceklerdir. Ev sahipliğini Orhan Kemal´in oğulları Işık ve Nazım Öğütçü ile Turhan Selçuk´un kızı Aslı Selçuk´un yapacağı gecenin konukları arasında edebiyatımızın önemli kalemlerinden Firuzan, Adanalı film yönetmeni Ali Özgentürk ve sergi sahiplerinden Filiz-Fikret Otyam ile Etem Çalışkan yer alacaktır. Orhan Kemal Kültür Merkezi´nin açılışı 39 sivil toplum kuruluşu tarafından desteklenmektedir. "Adana Bilişim Teknoloji Üniversitesi-Adana Rotary Kulübü-Adana Ticaret Odası-Adana Sanayicileri ve İşadamları Derneği-Adana Eczacılar Odası-Adana Kamu Müteahhitleri-Adana Kültür Sanat Derneği-Adana Rotaract Kulübü-Adana Genç İşadamları Derneği-Adana Tabip Odası-Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu-Adana Şehit Aileleri-Malulleri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği-Adanalı Ressamlar Topluluğu-Artı Özel Eğitim Gönüllüleri Derneği-Çukurova Rotaract Kulübü-Çukurova Edebiyatçılar Derneği-Orhan Kemal Müzesi-Dohayko-Lions Kulüpleri-Çukurova Genç İşadamları Derneği-Çukurova Rotary Kulübü-Ç.Ü.Devlet Konservatuarı-Başkent Ü.Kuvayi Milliye Mücahitleri Derneği-İş Kadınları Derneği-5-Ocak Rotary Kulübü-Güney Rotary Kulübü-TED Adana Koleji-Türkiye Muharip Gaziler Derneği Adana Şb.-Seyhan Rotary Kulübü-Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası Birliği-Seyhan Rotaract Kulübü-Adana Tepebağ Rotary Kulübü-Adana Tepebağ Rotaract Kulübü-Sinematek-Maya Sanat Akademisi-Türkiye emekli Subaylar Derneği-Güney Rotaract Kulübü." Açılış gecesinin sunuculuğunu Ufuk Tekin, Orhan Kemal Kültür Merkezi´nin açılış sergilerinin küratörlüğünü ise Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu adına Mehmet Emin Arıcı üstlenecektir.
 
                Çukurova Belediyesi´nin arkasında yer alan Orhan Kemal Kültür Merkezi ve Turhan Selçuk Sanat Okulu´nun açılışı 8-Ocak-2015 Perşembe günü saat 18:30´da gerçekleşecektir. Tüm Adanalı sanatseverlerin açılışa katılımlarını bekliyorken bir kez daha sanata, kültüre emeği geçen herkesi şükranla anıyorum. Saygılarımla.

*********

BEREKETLİ TOPRAKLAR ÜZERİNDE ORHAN KEMAL ANISINA SAYGIYLA
              Hiç kolay değil 100 yıllık bir değeri, üstadı, yaşanmışlıklarına, düşüncelelerindeki, duygularındaki onurlu duruşa yaraşır ve ona layık bir şekilde satırlara dökmek. Duygularımdaki ona ait coşkunun, hayranlığın, saygının samimiyetine sığınarak büyük bir özenle kullanmaya çalıştığım kelimelerimle ifade etmeye çalışacağım bu büyük ustayı.
             Çukurova´nın, insanın betini benzini sarartan o malum sıcağının tene yapışan sırılsıklam halinden, ani bastıran kuvvetli sağanakla en hoş serinliğin yüzümüzü okşayıverdiği hale dönüştüğü o öğleden sonra telefonlaştık Aslı Selçuk´la. Bir dost meclisinde, sofrasında biraraya gelmek üzere randevulaştığımızda, kendisini hep bildiğim, çalışmalarını takip ettiğim, memleketimin bereketli toprağı üzerinde yetişmiş olmasıyla övündüğüm Işık Öğütçü ile yönettiği filmleriyle, kitaplarıyla, senaryolarıyla sanatın, edebiyatın içinde en saygın duruşuyla hem ülkemizde hem de yurt dışında çok değerli imzası bulunan Işıl Özgentürk´le aynı masada sohbet edecek olmanın heyecanı çoktan sarmıştı bile beni. Çizgileri hala büyük bir saygınlıkla yaşayan, yaşatılan Abdülcanbaz´ın yaratıcısı, duayen Turhan Selçuk´la çağdaş Türk edebiyatının önemli isimlerinden Füruzan´ın kızı ve yine edebiyat dünyasının büyük ismi İlhan Selçuk´un yeğeni olan ve kendisi de sanatın içinde çok önemli güzelliklerde imzası bulunan Aslı Selçuk ise zaten dostluğunu, samimiyetini hissettiğim, bildiğim bir isim. Hani derler ya, bir ülkede herşeyden çok sanat konuşulmalı diye işte biz de o akşam bu çok önemli isimlerle daha çok sanat konuşulan bir sofrada birlikte olduk. Adana Altınkoza Film Festivali kapsamındaki pek çok etkinlikte biraraya gelip sanat, edebiyat, sinema, tarih, siyaset, güncel olan ne varsa ve elbette çokça Adana hakkında çok güzel sohbetler ettik. Edebiyatımızın duayeni Orhan Kemal´in 100.yılı olması dolayısıyla anısına açılan sergi ve sanat merkezi de gündemimizdeydi. Dostluğun hakim olduğu bu masadaki sohbetin ardından diledim ki büyük ustayı bir de oğlu, Işık Öğütçü´nün ağzından, yaşanmışlıklarından dinleyeyim ve yazayım. Ertesi gün, çok keyifli bir sohbet tadında geçen bir röportaj için ricada bulundum, kırmadı beni. Bir söyleşi kıvamında hazırlayacağım bu yazı için de güvendi bana. Kendisine bir kez daha burdan teşekkürlerimi, saygılarımı sunuyorum.
               Röportaja giderken öylesine heyecanlıyım ki yıllar önce küçücük bir kızken okuduğum ve oğluna imzalatmak için akşamdan hazırladığım tüm Orhan Kemal kitaplarını ve ayrıca yayın yönetmenimin "birlikte resminizi de çek" dileğini dahi unutmuşum. Ama öyle bir şey var ki gitmezden bir gün öncesi dinlediğim, beni çok duygulandırdı gözlerimi ve gönlümü buğulandırdı. Kendisinin de iznini alıp  sizlerle de paylaşmak istedim. Yaşanmış tarihimize, bu büyük üstadların yaşadıklarını satırlara dökerken hangi duygulanımlarla neler hissettiklerine çok iyi örnek olacaktır sanırım. Orhan Kemal´in ortaokuldan bu tarafa en yakın arkadaşı Sabri Andaç, ki kendisi de Adana´nın yetiştirdiği çok duyarlı bir isim ve İmren Şekerleme´nin kurucusu aynı zamanda. Çok sevdiğim, değerli arkadaşım Aylin Yalman Andaç´ın kayınpederi. Orhan Kemal 1940´lı yıllarda Bursa cezaevine girmezden hemen önce Adana´daki bu en yakın arkadaşına, Sabri Andaç´a onlarca kitabını teslim etmiş. Başına bir hal gelmesi durumunda emanetini ona vermiş. Yıllar sonra Işık Öğütçü´nün kendi imkanlarıyla satın aldığı binayı babasının anısına müze haline getirdiği günlerde yılların dostluğunun vefasıyla bu kitapları oğluna ve müzeye teslim etmişler Aylin Hanım ve eşi. İçinde, satır aralarında Orhan Kemal´in o zamanki duygularını aktardığı kendi el yazısıyla eski Türkçe şiirleri ve notları varmış bu emaneti teslim edilen kitapların. Bu öylesine dokundu ki benim benim yüreğime, Işık Bey´e Aylin Hanım´la eşinin selamını, sevgilerini iletip yıllar önceki sohbetlerini hatırlattığımda her ikimizin de gönlüne gelen hissin tarifini anlamak zor olmayacaktır umarım. Buna benzer derinlemesine arşiv çalışması yapmaya başladığında Orhan Kemal´e ait çok önemli belgeleri de bulmuş Işık Öğütçü. Hatta bir keresinde çekmecesinin arka tarafına sıkışıp kalmış sekize katlanmış bir kağıt bulmuş. Üzerinde yine eski Türkçe yazıların olduğu bu belgeyi incelettiğinde ulu önderimiz Atatürk´ün ıslak imzasının, mührünün olduğu üstad adına düzenlenmiş bir onur belgesi olduğunu görmüşler. Hepsi İstanbul´daki Orhan Kemal Müze´sinde sergilenmektedir. Tıpkı o zamanki yaşanmışlıklarından kalma Basınköy´deki evlerinden alınıp Cihangir´deki müzeye getirilen Orhan Kemal´in daktilosu, Siirt battaniyesi, üzerinde oturduğu tahta sandalyesi, minderi, sediri, duvardaki rafta duran pilli radyosu gibi. Daha sonra bir kimya mühendisi olan, o zamanlar 15 yaşındaki gencin ağzından dökülüverdiği gibi "basit ve az eşyayla yaşamış" büyük usta. Tıpkı romanlarında anlattığı gibi halktan, halkın içinden olmuş. Bu kadar inandırıcı, sahici olduğu, içinden çıktığı toplumun bir parçası olduğu için de benimsenmiş yazdıkları, kalıcı olmuş. Yine yıllar sonra müzeyi ziyaret eden bir ilkokul çocuğunun "size bir şey olursa kim sahip çıkacak bu değerlere?" sorusu ise deniz yıldızı emsalinde olduğu gibi tüm gençleri okumanın kutsallığına vardıracak çalışmalara başlamasına yol açmış. Bu değerlerimize her halükarda sahip çıkacak nesiller yetişmesinin ne kadar önemli olduğunu anlatmış her gittiği şehirde. İşte ben oğlunun ağzından Orhan Kemal´i dinlerken, bu son derece aydın, hem ülkesine hem değerlerine sahip çıkan gözlerde onu anarken bir kez daha söz verdim ülkemin geleceği için çok çabalayacağıma.
                   "Öte yaka´yı" anlattığı, toprağın bereketi üzerindeki geçim derdinin telaşındaki Çukurova´daki ırgatların, işçilerin sefaletini dile getirdiği, göreve bağlılığını kutsallaştıracak kadar idealize eden Bekçi Murtaza´yı, 72.Koğuş´taki sefaletin kol gezdiği cezaevinin naif Ahmet Kaptan´ı, küçük hayatların sıkışıp kaldığı, umut arayışının sembolü olan bir Filiz değil binlerce Filiz´i, kaynanası tarafından oğluna layık bulunmayan ama yine de kocasını çok seven el kızlarından biri olan Nazan´ı anlatırken romanlarında Orhan Kemal, yaşadıklarından, üzerine bastığı toprağın gücünden, bereketinden beslenmiş elbette. Oğlu da bitki kökünden göğerir misali köklerini, Adana´yı babasından okuyarak gururlanmış daima. Müzenin önünde hep sohbet edip, kahve içtiği bir emekçiden duyduğu "Hanım´ın Çiftliği dizisindeki teneke mahallesi bana hiç de uzak değil, bugün ben böyle bir mahallede ya

YAZARLAR

  • Perşembe 24.1 ° / 11.6 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • BIST 100

    8806,72%-0,01
  • DOLAR

    32,25% 0,26
  • EURO

    35,08% 0,67
  • GRAM ALTIN

    2270,84% 0,79
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,51