Zeynep Kural-İNCE DOKUNUŞLAR


YAZGISINA KÜS TOPRAKLARDAKİ SERÇE KUŞLARI


O yıllarda ikinci dünya savaşının ateşi biz tarafsız kalmış olsak da ülkemizi de etkilemeye başlamış, büyüklerimizin de anlattığı gibi ekmek, gaz karneye bağlanmış, yokluk, yoksulluk diz boyu, nüfusun çoğu köylerde yaşıyor, zor şartlarda tarımla uğraşıyor, bu köylerde okul ve öğretmen yok, çocukların çoğu okula gidemiyormuş.

/resimler/2017-1/30/0954231242982.jpg İşte böyle bir ortamda ülkenin kalkınması için çareler aranmış ve hazırlıkları 1935´de başlayan, bilimin ışığında, tamamen Türkiye´ye özgü bir eğitim ve aydınlanma projesi olarak düşünülen bir destan yazılmış ve 17-Nisan-1940´da meclis kararıyla köy enstitüleri açılmış. İsimlerini eğitim tarihimize altın harflerle yazdıran ve ?İnsan olarak yaşayabilmek için hava, su gibi doğal koşullar arasında eğitim, öğretim ve kültür de bulunacaktır? diyen Hasan Ali Yücel dönemin Milli Eğitim Bakanı, ?Elimden gelse bütün dünya okullarının programlarına insanın insanı sömürmemesi adlı bir ders koyardım? diyen ve bu projenin önderi İsmail Hakkı Tonguç ise İlköğretim Genel Müdürüymüş.

Şehirlerden uzak, tren yollarına yakın, tarıma elverişli yerlere açılmış köy enstitüleri ve kısa zamanda sayıları 21´i bulmuş. Bu enstitülere öğretmen yetiştirmek üzere Ankara, Hasanoğlan´da da Yüksek Köy Enstitüsü kurulmuş. Köy enstitüleriyle, köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmekmiş amaç. Tonguç´un düşüncesi, kız erkek köylü çocuklarını toplayıp, köy özelliği taşıyan kurumlarda iş içinde eğitip, klasik ve çağdaş kültürel değerlerle donatıp onların aydın bir öğretmen olarak yetişmesini sağlamak ve sonra yeniden köylerine yollamakmış. Böylece bu öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma öğretecek hem de temel bilgileri kazandıracakmış.

Bu okullarda kitaba, deftere dayalı eğitim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi uygulanmış. Derslerin yarısı uygulamalı eğitimle yapılırmış. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarım alanları, bağları, bostanları, atölyeleri varmış. Matematik, kimya, tarih, edebiyat derslerinin yanında öğrenciler içinde ders yapacağı, uyuyacağı yapıları, üzüm bağlarını, sebze, meyve bahçelerini kurar, hazırlar, işler, yararlanır, kendilerinden sonra eğitim alacak olanlara da bu şekilde bırakırlarmış.

Öğretmenleriyle birlikte kendi okullarını inşa eden, elektriğin, yolun olmadığı, kerpiç damlı evlerden çıkan, her biri bir derya olan Anadolu´daki bu çocuklar cevher haline getirilmeye başlanmış. En kıymetli profesörlerden ders alma imkanı bulmuşlar. Her birine tarım, sağlık, arıcılık, balıkçılık, terzilik, kooperatifçilik, marangozluk öğretilmiş. Keman, mandolin, bağlama, akordeon çalmayı öğrenip, orkestra kurmuşlar, Shakespeare okuyup, piyes sergilemişler, resim yapmışlar, hem zeybek hem voleybol oynamışlar. Yaşıtlarına örnek olsun diye Suna Kan ve İdil Biret keman ve piyano çalmış, Aşık Veysel saz çalmayı göstermiş. Tenis kortları, sinema ve tiyatro salonları, futbol sahaları varmış. Mozart, Vivaldi de dinlemişler, Tolstoy, Gorki de okumuşlar.  Diploma alma zamanı gelen her öğrenci 150 klasik bitirmiş. Bir gün Bedri Rahmi Eyüpoğlu okulun hayvanlarının barındığı ahırda bir çocuk görmüş. Gece nöbeti tutuyormuş. Elinde bir kitap, dalmış, Shakespeare okuyormuş. Ertesi günü kitaptan bir piyes sergilediğinde onun okuduklarını ne kadar iyi anladığını düşünüp gururlanmış.

Ve biz, Unesco tarafından gelişmekte olan ülkelere rol model olarak önerilmiş, Amerika ve Avrupa´da 50´nin üzerinde üniversitede doktora tezi olmuş, kısa sürede nice bilim adamı, sanatçı, siyasetçi yetiştirmiş, 17.251 öğrenciyi mezun etmiş, hepimizin hayalindeki bu okulları tam da bu günlere denk gelen bir tarihte 27-Ocak-1954´de kapatmışız ne yazık ki.

Onlar, haklarında ?Dağ başlarında unutulmuş kızdınız, oğuldunuz. Yazgısına küs topraklarda birer serçe kuşuydunuz. Onlar, köy çocuklarıydı. Kurumuş çalılar gibiydiler bozkırda. Kavrulmuş ekinler gibiydiler. Geldiler, yalın ayakları ve yırtık mintanlarıyla geldiler, Gönen´e, Aksu´ya, Kepirtepe´ye? Unutulmuştular bin yıldır. Ferhat oldular, yardılar İdris Dağını, gürül gürül akıttılar suyunu Hasanoğlan´a?Tolstoy´u, Balzac´ı okudular koyun güderken. Mozart´ı, Beethoven´ı çaldılar dağ başlarında. Molier´i, Sophokles´i oynadılar. Horon teptiler Beşikdüzü´nde kol kola. Halay çektiler Yıldızeli´nde türkülerle. Diz vurdular Ortaklar´da efece?? diye şiir yazılan çocuklar.

Ne zamanki bu çocukların kendi yazdıkları ?Aynı yolda aynı emek. Gönüllerde tek bir dilek. Türk köyünü önde görmek. Engelleri aşıyoruz. Ülkümüze koşuyoruz. Mehmetçiğin oğlu kızı. Atatürk´ten aldık hızı. Başarırız kavgamızı? marşını söyleyen birer serçe kuşlarıyken kendi yaptıkları tahta bavullarla görev yerlerine gitmek üzere inci gibi dizilen birer öğretmen haline geldikleri fotoğraflarını görürüm, içimi çok garip bir hüzün kaplar.

Ne zamanki kıymetini bilmediklerimiz, kaybettiklerimiz, yeniden kavuşabilmek için en başa dönmemiz gerektiği gelir aklıma, içime çok garip bir sızı yerleşir. Yıllar önce ?Geleceğin savaşı beyin savaşı olacaktır. Bu savaşın zaferi eğitim yoluyla kazanılacaktır? diyen Ata´mı bir kez daha anarım.

 

 

YAZARLAR

  • Salı 31.1 ° / 13.6 ° Güneşli
  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • BIST 100

    9645,02%-0,50
  • DOLAR

    32,56% 0,14
  • EURO

    34,81% 0,49
  • GRAM ALTIN

    2417,74% -0,61
  • Ç. ALTIN

    4073,33% 0,00