Zeynep Kural-İNCE DOKUNUŞLAR


İSTANBUL´ U DİNLEDİM


Ne zamandır bir kültürel gezi yapmayı planlıyorduk. Çocukların okul programları denk gelince bu kısa tatili değerlendirmek istedik biz de. Aslında bayramları hiçbir zaman tatil ve gezi programına dönüştürmemişimdir, hep evde ve usulüne uygun yaşamışımdır ama bu kez böyle oldu.

Yoğunluğu bayramda biraz da olsa azalır diye düşünüp İstanbul´u hedefledik. Her şey planladığımız kadar güzeldi ama bayram için başka yerlere giden İstanbullunun yerine kaç misli yabancı turistle karşılaşınca anladım ki iğne atılsa yere düşmeyecek sokaklarda dolaşacağız yine. Ama olsun, ben yine de hafiften bir rüzgar esiyorken, gözleri kapalı İstanbul´u dinleyen Orhan Veli´nin adımlarındaydım. Galata Kulesi´nden uçmaya çalışan Hezarfen Ahmet Çelebi´nin kanatlarındaydım. Tarihi her gün yeniden yazan, tüm yaşanmışlıkları şiire katan, Boğaz´ı gerdana dizen sevdalardaydım.

Avrupa tarafına yerleştik bu duygularla.Taksim, İstiklal caddesi, Nişantaşı hemen bir adım ötemizdeydi. Arap ve uzak doğulu turistler çoğunluktaydı, Avrupalı turistlerin de hatırı sayılırdı. İstiklal´de dolaşırken, Nişantaşı´nda, Nevizade´de coşarken bazen öyle hissettim ki, esnaf da olmasa oradaki tek Türk biziz. Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun, gezdiğimiz yerleri anlatayım istedim ben de.

Bayramın ilk günü de olması sebebiyle, daha önceden de ziyaret ettiğim Sultanahmet´e, Ayasofya´ya gidip, bu dokunun içimizi titreten heyecanını yaşamak istedik ilk önce. Her ikisinin de haşmetini anlatmaya hem dilim hem de bu köşe yetmez. Namaz saatine denk gelmesiyle huşu içinde dua ettim sadece. Yalnız bir an´ı paylaşmak isterim sizlerle, Ayasofya´nın bir penceresinden görünen Sultanahmet manzarasıyla öyle bir ruh hali yaşadım ki, İstanbul, tarihte üzerine atılan her imzanın, dokunan her elin yüzü suyu hürmetine daha çok uzun yıllar ayakta kalacak diye düşündüm o an.

Topkapı Sarayı her zamanki heybetiyle karşıladı bizi. Her bir koridorunda dolaşırken, haremde duvarlara dokunurken, Fatih´in İstanbul´u fethettiği yaşlarda değildim belki ama Sarayburnu´ndan bakan Süleyman´ın neler hissettiğini anladım. Geçmişini bilmenin, tarihi gelişmelerin bilinmesinin günümüz değerlerinin takdir edilmesinde çok büyük önemi olduğuna inanan biri olarak gezdim bahçesinde.

Ulu önderin hasta yatağından gül ağacı ve maun kaplı parkenin üzerinde ayağa kalkıp bir on dokuz mayıs sabahı denizden geçen genç subayların kendisini selamladığı pencerenin önündeydim ertesi günü. ?Bayramlaşmaların? yapıldığı o muazzam salonda 1-Temmuz-1927´de İstanbullulara yapmış olduğu bir söylevini okuduğumda bu büyük insanı bir kez daha rahmetle andım. Sekiz yıl önce kalbinin biraz buruk ayrıldığını söylediği İstanbul´a döndüğünde bir milletin onu bağrına basmasıyla yaşamış olduğu hisleri de vardı sözlerinde. Dolmabahçe Sarayı´ndan ziyade milletinin bir ferdi olarak onların gönlündeki gerçek saraylarda olduğunu bilmenin kendisini ne kadar mutlu kıldığını anlatıyordu.

Boşuna kanat takıp Galata Kulesi´nden aşağı salmamış kendini Hezarfen. Buradan bakılınca İstanbul, bir ömre bedel. Tırmandık biz de bu yokuşları, keşfetmeye çalıştık o duyguları. Tadında ne vardı biliyor musunuz; kaç yüz yıl geçerse geçsin üzerinden, yaşamak istenilenlerin ve yaşanmışlıkların benzerliğinin aşinalığı. Gülümsedim o an.

Okul gibi bir müzeydi Rahmi Koç Müzesi. Öylesine kıymetli bir koleksiyon müze haline getirilmiş ve insanların hizmetine sunulmuş ki, bayıldık. Tarihin her diliminde hayatımızda var olan her türlü nesneyi görmek mümkün. İlk bebek arabasından tutun, oyuncağa, uçağa, denizaltına, Sadun Boro´nun ?Kısmet?ine kadar oradaydı. Uluslararası Şiir Platformu´nca 1967´de En İyi Türk Şairi seçilmiş Dağlarca´nın ilk yazısının 1927´de ?Yeni Adana Gazetesi´nde? yayınlandığını gösteren bir bölümün önünde gururlandığımı da belirtmek isterim.

Kaldığımız yer olan Cihangir´de, iki sokak ötemizde olur da Orhan Kemal Müzesi, bu büyük ustayı ve dostlarımız Işık Öğütçü ve eşi Erunç Hanımı ziyaret etmeden durur muyuz? Büyük bir keyifle gittik hem de. Serde Adanalılık da var, aydınlık yüzüyle üstadı, edebiyatı, sahip çıkmamız ve korumamız gereken değerleri konuştuk bir aile sohbeti lezzetinde. Geçen sene Yeni Adana için yaptığım söyleşide oğlu Işık Öğütçü´nün bahsettiği Siirt battaniyesi, kahve yudumladığı fincan, paltosu, kıyafetleri, elbette her biri paha biçilmez değerde kitapları ve Nazım Hikmet´in nakşettiği tablo olduğu gibi duruyordu. Hayata gözlerini yumduğu anda alınan ve üzerinde hala daha canlı bulunan bir tek tel bıyığı ile maskı ise ziyadesiyle heyecanlandırdı beni. Dostluklarıyla gurur duyduğumuz bu harika iki insanla Orhan Kemal´i konuşurken İkbal Kahvesi´nde ve Cihangir´in ara sokaklarını dolaşırken birlikte biraz Adana biraz İstanbul vardı dilimizde.

Sahaflar Festivali´nin bu günlere denk gelmesi de ayrıca çok hoş oldu. Bütün o tozlu raflardaki kıymetli kitapların arasında rastladığım Ses, Hayat, Akbaba, Avni, Gırgır, Doğan Kardeş dergileriyle, Ray Charles uzunçalarıyla çocukluğumu yeniden anıyor olmanın mutluluğunu yaşadım.

Ah İstanbul! Bir ömre bedelsin. Ne bir an yeter seni anlatmaya, ne de koca bir zaman. Yaşamak gerek seni sadece. Yaşadım ben de bu kısacık üç-beş günde. Arayan ve birlikte olmaktan çok zevk alacağım onca arkadaşıma vakit ayıramadığım için üzgünüm ama telefondaki seslerinden onların beni çok iyi anladığını biliyorum. Bir dahaki sefere, gene geleceğim, bekle beni güzel İstanbul.

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 15.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9548,57%0,19
  • DOLAR

    32,49% 0,16
  • EURO

    34,80% 0,25
  • GRAM ALTIN

    2487,88% 1,05
  • Ç. ALTIN

    4157,48% -1,05