Zeynep Kural-İNCE DOKUNUŞLAR


HADİ GELİN KÖYÜMÜZE GERİ DÖNELİM


Artık büyük bir bölümü çift yönlü, yağ gibi kayan asfalt karayolundan ilerlerken sağlı sollu, yeni açılmış iş merkezlerini inceleyerek vardık yine o kocaman kavşağa.

Yılların alışkanlığıydı aynı yerden sağa dönüp de yan yana dizilmiş köylerin bulunduğu, iki tarafında da buğday ve ayçiçeği tarlalarının olduğu yine asfalt kaplı anayola girdiğimizde, ?geldik işte? diye içimizden geçirmek.

Önce kabristanın önünde durup, geçmişlerimize dua ettik, sonra elbette her gelene ama o an için sanki bize denmiş gibi gelen, belediyenin yeni koyduğu hoş geldiniz tabelasına selam vererek yıllardır bildiğimiz -ama en azından benim sık sık gidemediğim- o köyle yeniden kucaklaştık.

Yaklaşık beş yüz hanelik bu köyde eski evlerin çoğu, zaman içinde yerini daha modern binalara bırakmıştı zaten. Daha girer girmez parke taşları döşenmiş, belirli aralıklarla çöp kovaları konmuş olması, belediyeye ait temizlik görevlilerinin hizmete başladığını duymuş olmak benim için sürpriz oldu açıkçası.

Arazi toplulaştırması amacıyla gelmiş yetkililerle buluşmak üzere, pırıl pırıl okulun önünden geçip köy meydanına doğru gittiğimizde, büyük çabalar sonucunda ve gencecik muhtar sayesinde yepyeni yapılanmalar olduğunu, ihtiyar meclisinin çalışma alanı olan binayı ve yeni sağlık merkezini gördüğümde ise sürprizlerin bitmediğini anladım.

Orada işimiz bittiğinde arkası meyve ağaçlarıyla dolu bahçeye bakan, önünde ise envai çeşit çiçeklerin bulunduğu, daha ilerde zeytin ağaçları ekili olan o eve varmak ve sıcağın etkisiyle bunalan göğüs kafesimizi ferahlatmak kaçınılmaz oldu.

Bir taraftan medeniyetin getirdiği tüm bu olumlu gelişmeleri görerek diğer taraftan da pencereleri sımsıkı örtülü, kapıları kapalı, bahçeleri kurumuş evlerin önünden geçerek ilerledik. Yeni değildi bu duygu ama bu defa daha farklı sarstı. Hiç kolay değildi ekonomik, toplumsal, kültürel şartlar gereği de olsa vaktiyle cıvıl cıvıl seslerin yankılandığı bu köylerin, sessizliğe terk edildiğini görmek. Uzun yıllar önce, kimi okumak kimi de iş bulmak ümidiyle ilk gençleri ayrılan, şehirlerde kurulan yaşamlara bel bağlayan, gidenleri dönmeyen, yaşlıları sonsuzluğa uğurlanan bu toprakların, zamanla kimsesizleşerek yitip gittiğini bilmek.

Oysa yavaş yavaş da olsa hayali kurulan şeyler gerçekleşiyor, tarım daha modern şartlarda yapılır hale geliyor, yakında, yıllardır özlemi çekilen, iyileştirici, toprağa can verecek su kanallarının da arazilerin arasında yerini alacağı müjdesi veriliyordu.

Keşke dedim kendi kendime, keşke hepsi bir arada olsa. Yeninin ve eskinin güzelliği buluşsa. Çünkü benim bildiğim bu köyde eskiden inekler, tavuklar, koyunlar olurdu. Kahvaltılarda o ineklerden sağılan sütten yapılan tereyağı yenirdi. Yufka ekmeğin arasına taze peynir katık edilirdi. Her evin önünde ekili alanlar olurdu. Karakılçık buğdaydan bulgur kaynatılırdı. Kadınlar kocaman leğenlerin içinde yoğurdukları hamurlarla ekmek yaparlardı.

İşte o an kaç zamandır yakamı bırakmayan o düşünceye kapıldım yeniden. Bütün bunları görmeden büyüyen çocukları vardı hepimizin. Bir tavuğun altından sıcacık bir yumurta almanın keyfini hiç yaşamadılar mesela. Köy tavuğunun lezzetinden haberleri olmadı. Akşamüzeri otlaktan gelen ineğin sütünden içmediler. Tandırda pişen mayalı ekmeği yemediler, yufka ekmeğin sulanarak yumuşatıldığını bilmediler. Yayık ayranının nasıl köpürdüğünü görmediler. Elleriyle domates, salatalık toplamadılar, onların uzaktan dahi geldiğinde insanı mest eden kokusunu içlerine çekmediler.

O evin önündeki geçmişe ait gölgeleri barındıran tek ağaç olan asırlık dutla vedalaşırken ellerimdeki papatyalara, güllere sımsıkı yapışarak o uçsuz bucaksız sarı başakların başını göğe diktiği, ayçiçeklerinin gülümser gibi baktığı tarlaları dolaşmak için yola koyulduk. Kurumuş dere yatağının üzerinden geçerek atanın, babanın alın terinin, emeğinin karıştığı, tüm bereketiyle önümüze uzanmış topraklara ulaştığımızda ise geçmiş dile geldi sanki.

Horoz sesinin uyanan güne karıştığı, sıtma ağaçlarının arasında çocukların oynaştığı, ot dövmekten dönen kızların gülüştüğü, davullu, zurnalı düğünlerin yapıldığı, gelinlere kına yakıldığı, Adana üçayağıyla halayların çekildiği bu köyler yeniden can bulmalı, yaşam kaynağı olmalıydı. Her şey yıkılır, dökülür, yok olur ama baki kalan topraktır. Bir verip bin alınan bir avuç toprağın üzerinde yeşerenler nesiller boyu sürmeliydi.

 

 

 

 

 

 

 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92