Can UĞURATEŞ-Sırası Geldikçe


CUMHURİYETİN DÖNÜM NOKTALARI (10)


Halk, asker ve oyun kurucu güç odakları tarafından farklı algılanan gelişmelerle, gündeme yoğun tartışmalarla yansıyan ülkenin görüntüsü, yeni önemli gelişmelerin de sinyallerini açıkça vermeye başladı. Dönemin Hükümetinin ne yapmaya çalıştığı, kendi açıklamalarıyla halka anlatılamadı. Çünkü davranış şekilleriyle ortaya çıkan görüntü, halkın, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren almaya başladığı çağdaşlık eğitimiyle kesinlikle bağdaşmadığı gibi, yine Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, kurulma aşamasında ve önemli bir süreçte yapılan ayaklanmalardan da hafızasında yer eden ürkütücü görüntülerin, tekrar gözünde canlanmasına yol açmaya başladı. Bu durumda, oyun kurucu güç odaklarının istediği elverişli ortam da doğal olarak gelişmeye başladı. 28 Şubat 1997´de toplanan Milli Güvenlik Kurulu ve kararları, Türkiye için yeni bir dönüm noktası oluşturdu.

Dokuz saat süren toplantının ardından, irticayla mücadeleye yönelik bir karar ve alınacak tedbirleri içeren bir metin ortaya çıkarak, Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Erbakan ve diğer MGK üyeleri tarafından imza altına alındı. Türkiye, ?Batı Çalışma Grubu? ile tanışmaya başladı.

Bu dönemde yapılan çalışmalarla, ilköğretim kesintisiz sekiz yıla çıkarıldı. Maksat, öğrenimde çağdaş, modern, bilimsel temellerin atılması ve eğitimin dogmalardan, inanca dayalı biat sistemin etkisinden kurtarmaktı.  

Bir süre sonra Başbakan Necmettin Erbakan, üzerindeki yoğun baskıya dayanamayarak, 18 Haziran´da istifa etti. Başbakanlık görevini yeniden Tansu Çiller´e bırakmak istese de Cumhurbaşkanı, Hükümeti kurma görevini ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz´a vererek, Türkiye´nin önünü yeni gelişmelere açtı.

Mesut Yılmaz, tek başına Hükümeti kuramadığından, 30 Haziran´da ortaya, ANASOL-D Hükümeti çıktı.

Üç partili bir azınlık Hükümeti olmasına karşın, Mesut Yılmaz Başbakanlığında kurulan 55´inci Hükümet, yaklaşık 18 aylık görev süresi içinde, eğitim ve vergi reformlarını gerçekleştirdi. Güneydoğu ve Doğu Anadolu´ya yatırımları teşvik programı hazırladı ve uygulamaya koydu. Enflasyonun hızını büyük ölçüde kesmeye çalışarak, kapsamlı bir altyapı ve enerji yatırımları atılımı başlattı. 55´nci Hükümetin yaptıkları önemli çalışmalardı ve bu yapılanların önemi, 56´ncı Hükümeti kurma görevi alan Bülent Ecevit tarafından, Mecliste bizzat dile getirildi.

Ülke içinde gelişmeler devam ederken, Ortadoğu´da gelişen jeopolitikte artık, terörle mücadelede etkin kararlara ve yaptırımlara ihtiyaç vardı. Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan´ın Suriye´de olduğu ve 1971-2000 yılları arası Suriye Devlet Başkanı olan, Hafız Esat tarafından desteklendiği biliniyordu.

Türkiye Hükümeti aldığı radikal kararlarla hareket etme yolunu seçti ve 16 Eylül 1998´de, Hatay´ın Reyhanlı ilçesine giden dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atila Ateş, burada yaptığı konuşmayla Suriye´ye gözdağı verdi. Bu gelişmenin hemen ardından, 1 Ekim 1998´de, TBMM´nin açılışında konuşma yapan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de aynı konuda, ?sabrımızı taşırmayın? uyarısı yaparak, gerektiğinde, Suriye´ye müdahale hakkının saklı tutulduğunu söyledi. Yeni radikal kararlarla başlayan bu süreçle, zaten 29 Ağustos 1998´de, MED Tv´de tek taraflı ateşkes kararı aldığını ilan eden terör örgütü lideri Öcalan,      9 Ekim 1998´de Suriye´den çıktı. Bu gelişme, Türkiye için yeni bir dönüm noktasını da beraberinde getiriyordu.

55´inci Hükümet, Türkbank´ın özelleştirilmesinde yolsuzluk iddialarıyla güvenoyu alamayarak, görevi Bülent Ecevit Başbakanlığında kurulan 56´ıncı Hükümete devrettiğinde, tarih 11 Ocak 1999´u gösteriyordu.

Bülent Ecevit´in Başbakanlığındaki Hükümet, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile uyumlu olarak çalışmaya devam etti. İki deneyimli siyasetçi, birbirlerini ve Türkiye gerçeğini iyi değerlendiriyor ve ülkeyi mümkün olduğunca düze çıkarmaya, gelişen bölgesel jeopolitikte güçlü olmaya çalışıyorlardı.

Suriye´den çıkışının ardından Yunanistan-Rusya-İtalya-Rusya-Yunanistan-Kenya arasında mekik dokuyan terörist başı Abdullah Öcalan´ın, Özel Kuvvetler Komutanlığı tarafından görevlendirilen bir ekip tarafından, özel uçakla, Kenya´dan Türkiye´ye getirildiği haberleri ulusal basında yer aldığında, tarih 15 Şubat 1999´du. Ülke duyduğu bu haberle, sevinçle, rahat bir nefes aldı.

İmralı´da özel güvenlikli bir cezaevine yerleştirilerek, 28 Nisan 1999´da yargılanmaya başlayan Öcalan ile ilgili kararda, tartışmaların ortadan kalkması için, Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) içerisinde bulunan asker hâkimlere yönelik düzenleme yapılarak, asker hâkimler DGM´lerden çıkarıldı. Böylelikle, alınan kararın AİHM´den dönmemesi de güvence altına alınmaya çalışıyordu. Yapılan yargılama sonunda Abdullah Öcalan, 29 Haziran 1999´da idama mahkûm edildi.

Öcalan´ın idama mahkûm edilmesiyle, halkta büyük bir psikolojik bir rahatlama olurken, bir yandan da o tarihsel anın beklentisi başladı. Ancak, önceleri ateşli konuşmalar yapan siyasilerin görüşleri, AB uyum yasaları üzerinde çalışmaların başlamasıyla değişmeye başladı.

Esasen, Öcalan´ı idam etmektense, terörün tamamen sonlandırılarak, ülke gündeminden çıkarılması maksadıyla kullanılması gerekliliği, strateji, istihbarat ve terör uzmanlarınca, daha uygun bir hareket tarzı olarak görülmeye başlandı. Çünkü Öcalan idam edildiğinde, terör örgütünün kısa sürede yeni bir liderle ve intikam duygularıyla katlanmış bir motivasyonla, eylemlerini artırarak devam ettirmesi, kuvvetle muhtemel bir hal tarzıydı.  Halen örgütün tartışmasız lideri durumunda olan Öcalan´ın, iyi bir siyasetle, bizzat kendi kararlarıyla örgüte silah bıraktırması ve hatta dağa çıkışları önleyerek, dağdan inmeyi de sağlaması imkânı elde edilebilirdi. Hükümet, akıllı bir tercihle, ikinci seçeneği uygulamayı seçti.

Bu kararın ardından yaşanabilecek muhtemel gelişmeler ve siyasi baskılarla gelecek olan siyasi sorumluluğun vereceği yük, Hükümeti devam eden siyaset sürecinde önemli derecede baskı altına alacak ve yapılabilecek spekülasyonlarla, geliştirilen manipüle edilmiş bilgilerle yaratılan farklı algılarla sıkıntıya sokacak olmasına rağmen, uygulamaya konuldu.

Bu gelişmenin ardından bir anda, Öcalan´ın yakalanmayıp teslim alındığı haberleriyle birlikte, ABD´nin, terörist başını idam edilmemek kaydıyla teslim ettiği söylemleri, medyada yer almaya başladı. Bir yandan da yine Mandela örneği ortaya atılarak, Öcalan´ın öldürülmemesi ve zamanı geldiğinde Kürt oluşumun liderliğine getirileceği söylemleri, iddiaları gündeme geldi ve geleceği yönelik soru işaretleriyle, toplumun aklını karıştırmaya başladı.

Tartışmalar devam eder ve süreç uzarken, eş zamanlı olarak devam eden AB sürecinde, uyum yasaları gündeme geldi. AB uyum yasalarından biri olan idamın kaldırılması, Meclisin gündemine geldi ve 3 Ağustos 2002 de 4771 Sayılı Kanunun 1´nci maddesi ile ?savaş ve çok yakın savaş tehdidi halleri dışında? idam cezası kaldırıldı.

Bu kanunla, bir anda, halkta büyük bir şaşkınlık oluşsa da dönemin Hükümeti, Öcalan´ın idamını bürokrasiyle oyalayarak, bu kanun ile birlikte, cezasının idamdan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilmesini sağladı.

Öcalan, yeni sürecin başında, uçakla ülkeye gelirken söz verdiği gibi, terörün bitirilmesine yönelik kararları açıklarken, daha sonra, uygulanan süreçte yeniden gelişen konjonktürde yapılan hatalarla, bu durumu kullanmaya başladı. PKK´yı, PKK-KONGRA GEL yaptı ve KCK oluşumuyla, ülkeyi gelecekte bekleyen çok büyük bir tehlikeye yönlendirdi.(Devam edecek)

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92