Can UĞURATEŞ-Sırası Geldikçe


CUMHURİYETİN DÖNÜM NOKTALARI (8)


Doksanlara gelindiğinde, ülkede siyasi rejim de yeni şeklini aldı. 1983 seçimleriyle ihtilal sahiplerinin desteklediği partiye karşılık, halkın verdiği tepkisel destekle, seçimden birinci parti olarak çıkan Anavatan Partisinin lideri olan Turgut Özal Başbakan olduğunda, ihtilal döneminin yurt içi ve yurt dışı sorunları, ekonomik ve siyasal sıkıntılar ağırlıklı olarak önünde duruyordu. Gerçi, darbe sonrası atanan Başbakan Bülent Ulusu, elindeki imkânlarla, mesleği siyaset olmamasına rağmen oldukça başarılı bir yönetim sergilemişti. Ancak, Turgut Özal Hükümetini, zorlu bir sürecin beklediği de çok açıktı.

Turgut Özal, ABD´de aldığı ihtisas eğitimiyle, ekonomi üzerinde kendini geliştirirken, 1971-1973 arası bir dönem, Dünya Bankası Sanayi Dairesinde, Danışman olarak görev yaptı. 1967´de Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığına getirilmişti. Daha sonra 43´ncü Hükümet döneminde Başbakanlık Müsteşarlığı ve DPT Müsteşar Vekilliği görevlerini yürüterek, 24 Ocak ekonomik kararlarını hazırlayan da oydu.

Özal, 1983 seçimleriyle 46´ncı Hükümeti kurdu ve Cumhurbaşkanı seçildiği 1989´a kadar, Başbakanlık görevini yürüttü. Ülke, bir anda yılların sıkıntılarını atmış gibi görünüm kazanmaya başladı. Turgut Özal´ın uygulamaya başladığı Liberalizm ve Serbest Piyasa Ekonomisiyle, yıllarca yokluklara, grevlere, stokçuluğa, ekonomik krizlere alışmış olan halk, karşısında bir anda, istediği, arzu ettiği, gücünün yettiği her şeyi bulmaya başladı. Sanki bir anda bolluk başlamış gibi algı oluştu. Daha düne kadar yasak olan, kaçak olan tüketim malzemelerine, kolaylıkla ulaşılmaya başlanmıştı. Doğal olarak, yeni sistemle birlikte, yeni istismarcılar da türedi. Özal, partisini ve yaptıklarını, muhafazakârlık, milliyetçilik, liberallik, sosyal adaletçilik olarak açıklıyordu. Ülke dışa açılmaya başladı ve bu sayede rekabetçi, ihracata dayalı ekonomik gelişmeler ortaya çıkmaya başladı. Bu dönemde faiz serbest bırakıldı ve serbest kur, serbest fiyat uygulamasına geçildi. Halk Katma Değer Vergisi (KDV) ile tanıştı.

Terör, dönemin en önemli sorunlarından biri olarak gündemdeki yerini korudu. Liberal anlayışla olaya yaklaşan Özal, bu dönem de terör örgütüne, ?birkaç baldırı çıplak?, ?üç beş çapulcu? gibi tabirleri yakıştırıyordu ama bir yandan da askeri teknolojinin gelişimine yatırım yapıyordu. Skorsky helikopterlerin, TSK envanterine girmesini sağladı. Ayrıca 1987´de, Geçici Köy Koruculuğu (GKK) sistemi oluşturuldu. Bu sistemin uygulanmasıyla, bölge halkının terörden ayrılması ve bizzat mücadelesi sağlanarak, terör örgütünün kuruluş idealleri ve benimsedikleri ideoloji boşa çıkmaya başladı.

Liberal düşünceyle özgürlüklere bakış açısı da farklıydı. Turgut Özal, giderek sıkıntılı bir hal almaya başlayan türban ve üniversitelerde kılık kıyafet konusunda yaptığı açıklamalarla, özgürlükten yana olduğunu ve laik devlet gereği, herkesin özgür olduğunu belirtiyordu.

1987´de, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ, erken emekli olarak yerine Orgeneral Necdet Öztorun´un geçmesini, böylece Genelkurmayda yapılan planlamanın devamını sağlamak istediğinde, Hükümet, teamüller dışına çıkarak, onun yerine Genelkurmay Başkanlığına Orgeneral Necip Torumtay´ı atadı. Bu durumda, 12 Eylül sonrası askeri vesayeti kaldırma yolunda önemli bir gelişme sağlandı. Ancak, her şey siyasetin istediği gibi yürümüyordu. Orgeneral Necip Torumtay, 3 Aralık 1990´da istifa etti. İstifa gerekçesi olarak bir çok spekülasyon olsa da en önemli gerekçesinin, kısa süre sonra başlayacak olan Çöl Fırtınası Harekatına, TSK´nın da katılmasını ve bu sayede Musul ve Kerkük´te söz sahibi olmayı planlayan Turgut Özal´ın aksine, TSK´nın, bu çapta bir harekata katılacak yeterli donanıma sahip olmadığının ileri sürülmesiydi. Oysa gerçek gerekçe, TSK´nın, bu harekâta katılmasının ardından, çok fazla kayıp vereceği; ABD tarafından TSK´ya, ilerleme mihveri olarak Musul ve Kerkük´ün verilmeyerek, daha batıda Suriye sınırına yakın bir ilerleme mihveriyle, istem dışı farklı maksatlı kullanılacağı; Türkiye´nin, Kapitalizm çıkarlarıyla hareket eden emperyal güçlerce kullanılmasına razı olmamasıydı. Daha sonra kaleme aldığı kitaplarında da bunu dile getirdi.

Türkiye´de siyasi gelişmeler devam ederken, yeni bir gelişmeyle, ülke bir anda göçmen sorunuyla karşı karşıya kaldı. 1988´de Saddam´ın Halepçe´ye yaptığı gaz bombalı saldırının (Halepçe Katliamı: İran ile savaş halinde olan Irak, 23 Şubat-16 Eylül 1988 arasında, İran´ın taarruzuna destek veren Iraklı Kürtlerden oluşan, Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliğine bağlı Peşmergelerin, Halepçe´ye girerek, burada isyan başlatmasının ardından, Irak lideri Saddam Hüseyin´in talimatıyla, 16 Mart 1988´de, Irak ordusuna ait sekiz adet MİG-23 uçağı tarafından, Halepçe Kasabasına düzenlenen hava taarruzunda, zehirli gaz kullanıldı.) ardından oluşan katliamdan kaçan binlerce Kürt, Türkiye´ye sığındı. Aslında, dönemin bölgesel jeopolitik hareketliliği, tedbir alınmadığı takdirde, Türkiye´yi bekleyen büyük risklerin, sorunların sinyallerini veriyordu.

1989´da yaşanan bir gelişmeyle de Bulgaristan´da bulunan binlerce Türk, Türkiye´ye göçe başladı. Bulgaristan´da yaşanan asimilasyondan kaçıyorlardı. Aynı yıllarda, Batı Trakya Türklerinin sorunları da Türkiye gündemindeki önemini koruyordu.

Hızla değişen bölgesel jeopolitikte, ABD´nin Yeni Dünya Düzeni planlamasına uygun gelişmeler yaşanmaya başladı. 1932´deki Kuveyt´le birleşme tasarısı ve 1961´deki ilhak girişiminin ardından, 2 Ağustos 1990´da, Irak´ın Kuveyt´i işgaliyle gelişen süreçte, 1991´de başlayan Birinci Körfez Harekâtında Türkiye, Irak sınırına asker kaydırarak, Irak´ın cephe oluşturmasını ve kuvvetlerinin bölünmesini sağlayarak harekâta destek verdiği gibi, ülkede bulunan üslerin, hava harekâtında kullanılmasına da izin verdi. Türkiye, 8 Ağustos 1990´dan itibaren BM kararıyla uygulanmaya başlayan, Irak´a ambargo kararını da uyguladı. Kerkük- Yumurtalık petrol boru hattı kapatıldı. Bölgeden kaçan Kürtler için sınırı kapatsa da Irak sınırları içerisinde bir güvenli bölge oluşturma fikrini ortaya koydu ve bu fikir tam da kurgulanan plana uygun olduğundan, kabul edilerek, Kuzey Irak´ta, 36´ncı paralelin kuzeyi bu maksatla koruma altına alınırken, Türkiye, ABD, İngiltere ve Fransa birliklerinden Çekiç Güç adıyla bir kuvvet oluşturuldu ve bu Çekiç Güç, 2003´e kadar tartışmalı da olsa bölgede görev yaptı. İlginç midir bilemem ama aynı yıl içerisinde, Özal´ın girişimiyle Kürt liderlere verilen Kırmızı pasaportlar, Türkiye´ye iade edildi. O yıl içerisinde, ABD ve müttefikleri ikinci harekâta başladı ve ardından bölgede özerk yönetimler oluştu.

Birinci Körfez Harbi sonunda Türkiye, 36´ncı paralel ve Çekiç Güç tabirleriyle kendi teklifiyle tanıştığında, bu stratejik hatanın, bir süre sonra yaşanacak bölgesel gelişmelerde ilk adım olduğunu ve doğrudan kendi bekasını tehdit ettiğini bilmemesini değerlendirmek önemli bir hata olur düşüncesiyle, bu gelişmenin de bir dönüm noktası olduğunu söylemek yerinde olur. Ayrıca, bu dönemde, terör örgütünün sıkıştığı konumlarda ABD helikopterleriyle taşındığı ve yardım atıldığı iddialarının ortaya çıkması ve 1992´de bölgesel liderler Talabani ve Barzani´ye kırmızı Türk pasaportu verilmesi de, gelişmelerin değerlendirilmesinde önemli detaylar.

Özal ile birlikte, Türk Ceza Kanununun 141, 142 ve 163´ncü maddeleri de kaldırıldı. Ancak, özgür düşünce yolunda, istenilen seviye yakalanamıyordu. Bu dönemde, 3000 civarında gazeteci ve yazarın yargılanması, binlerce ton yayının imha edilmesi ve gazeteler hakkında yapılan soruşturmalar tam bir çelişkiydi.

Turgut Özal, terör meselesinin uzlaşıyla çözülebileceği düşüncesiyle, siyasi adımlar atıyordu. Bölgesel Kürt yapılanmalarının yurt dışında hamiliğini de üstlenerek, onlara bir kimlik kazandırma yolunda da adımlar atarken, 1991´de, Talabani ve Barzani temasları sürecinde, federasyon dâhil her türlü fikrin tartışılmasını dile getiriyor, ancak, bunu savunmadığını ve tartışmalarla yıkılması gerektiğini de belirtiyordu. Zaten, ülkenin Doğu ve Güneydoğusundaki bazı illerde başlayan ve şiddetini giderek artıran teröre karşı, 19 Mayıs 1987´de,  27.10.1983´te Resmi Gazete´de yayınlanarak yürürlüğe giren, 2935 Sayılı Olağanüstü Hal Kanunu (OHAL) görülen lüzum üzerine uygulamaya konuldu ve Hayri Kozakçıoğlu, OHAL Bölge Valisi olarak atandı.

Özal, hemen her fırsatta, 1989´da yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, sivil birini seçeceklerini vurguluyordu. Öyle de oldu ve 9 Kasım 1989´da yapılan seçimde, Turgut Özal Cumhurbaşkanı seçilerek, bu görevi, vefat ettiği 17 Nisan 1993´e kadar sürdürdü.

Türkiye´de Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ve başkanlık sistemi tartışmaları, Özal´ın politikaları ve Demirel´in de söylemleriyle bu dönemde başladı. Ancak, uygun zemin oluşturulamadığından, tartışmalarla sınırlı kaldı. (Devam edecek)

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9716,77%-0,05
  • DOLAR

    32,47% -0,17
  • EURO

    34,91% 0,40
  • GRAM ALTIN

    2434,93% 0,50
  • Ç. ALTIN

    3991,84% -0,04